Mevsimsel Depresyona Birebir: Sattas!
- defne ergenoglu
- 2 gün önce
- 9 dakikada okunur
Güncelleme tarihi: 1 gün önce

Merhaba ey ahali!
Nasılsınız? Umuyorum kışınız bol çay içmeli, düşen yaprakları romantize etmeli, koltukta mayışıp uyuyakalmalı geçiyordur.
Benim kışım, her zamanki gibi, çok İstanbul geçiyor. Oradan oraya koşturuyorum, aynı anda iki yerde var olmaya çalışarak metafizik kanunlarına karşı koyuyorum, mevsimsel depresyondan kaçmak için deli gibi D vitamini içiyorum ve arada kendini gösteren güneşle bol bol yaz müzikleri dinleyerek yazın artık pek de kalmamış son demlerini yaşamaya çalışıyorum.
Bu derginin yıllar içinde bana kattığı çok güzel, çok özel insanlar oldu. Bunlardan biri de Ersam. İyi ki tanıştık, bu röportaj o ve soundcheck sırasında kapıyı kapatmaları, en olmadık yerlerde patlattığı kahkahalarıyla çok daha eğlenceli bir sohbet oldu. Şaka bir yana, kendisine buradan çok selam, çok sevgi gönderiyorum.
Biraz sonra okuyacağınız röportaj o kadar değerli ki benim için. Yıllardır bayılarak takip ettiğim, konserlerine gittiğim bu grupla tanışmak, sohbet etmek, sonra da bunları sizlerle paylaşabilmek çok bambaşka. Müzik iyi ki var diyorum böyle anlarda. İyi ki var, iyi ki paylaşabiliyoruz.
Batu’ya, Gonca’ya, Orçun’a ve Öykü’ye çok teşekkür ederim. O kadar zevkli, o kadar keyifli bir sohbetti ki tadı damağımda kaldı. Yazarken en az sohbet ederkenki kadar eğlendim ve gözümden yaş gelene kadar güldüm. Samimiyetinizle, kahkahalarınızla, esprilerinizle unutamayacağım bir röportaj oldu. 2012’de çıkmış olan “Sattas Reggaeband” albümlerinin linkini de aşağıya ekliyorum. Tüm şarkıların hastası olsam da “Irıe” ve tabii ki “Eskitilmiş” favorilerim. Ayrıca son single’ları “Eğlen”i de ekliyorum çünkü sabah Beşiktaş’a inerkenki denizle burun buruna getiren o yolda çok güzel gidiyor.
Çok da lafı uzatmadan, karşınızda Sattas!
Defne: Öncelikle hoş geldiniz. Biraz gerginim umarım kusuruma bakmazsınız, çok uzun zamandır takip ediyorum sizi. İlk Can Bonomo’nun “Kaçak” şarkısında duymuştum sesinizi.
Orçun Sünear: Aa!
Defne: Hatta bir kere de Celtic Irish Pub’da denk gelmiştim. Girdim, “Eskitilmiş” çalıyordu. “Vay be, ne kadar benzeterek söylüyorlar” dedim. Bir yukarı çıktım, sahnede siz.
Gonca Varol: (Güler) Ay çok iyi.
Defne: Çok enteresan bir andı benim için. Evet tamam, atıyorum heyecanımı biraz biraz. Önce kendinizi tanıtır mısınız?
Gonca: Ben Gonca Varol. Nasıl tanıtayım bilemedim… ‘86 doğumluyum, klavye çalıyorum. 7 yaşından beri piyano çalıyorum, lise hayatımda da klavyeye başladım. Bir yandan İKSV’de çalışıyorum, bir yandan da müzisyenlik yapıyorum. Çift hayatla devam ediyorum.
Defne: Aynısını konuştuk Ersam’la biraz önce.
Gonca: Aa, gerçekten mi?
Defne: Hafta içi iş kadını, hafta sonu müzisyen diye.
Gonca: Evet, gündüzleri çalışıyorum İKSV’de iş geliştirme yöneticisi olarak. Hafta sonları da Sattas’la sahnelerdeyiz. Çift meslek, gayet keyifli gidiyor.
Orçun: Ben Orçun Sünear. Grubun bestecilerinden ve kurucularından biriyim.
Batu Kurnaz: Ben Batu Kurnaz. Gitar çalıyorum Sattas’ta, yaklaşık 13 sene oldu. Onun dışında kendi solo albümüm var. İkincisini kaydetmeye çalışıyorum birkaç yıldır.
Orçun: Hayret ediyorum şu anda, nasıl bahsettin bundan sen ya.
Batu: (Güler) Bahsettim valla ya evet. Eskiden muhabirlik de yapıyordum. Habertürk geçmişim de var ama sonrasında yalnızca müziğe döndüm çünkü çift mesleğe kim dayanır yani. (Kahkahalar)
Batu: Akşam Batu’su başka.
Orçun: Huysuz Batu. (Kahkahalar)
Öykü Gülata: Ben Öykü Gülata. Sattas’da bas gitar çalıyorum 20 yıldır. Lokantam var aslında. (Kahkahalar) Şaka tabii bu da.
Defne: Hay allah, gerçek sanmıştım.
Orçun: Ben de öyle. (Güler) Bir haftada batıyor falan.
Öykü: Herkes öyle bir anlatıyor ki ben de ikinci bir şey düşündüm. Freelance art direktörlük yapıyorum. Hafta sonu, hafta içi, 7/24 bas gitar çalabiliyorum. Böyle.
Defne: Kurulma hikayeniz nasıl?
Öykü: Çalışıp gelmen lazımdı buna. (Güler)
Orçun: O zamanlar reggae kültürünün sadece doğaya saygılı, savaş karşıtı bir müzik tarzı olduğunu zannediyorduk. Ama biz sadece o kısmıyla ilgilendik ve hala da ilgileniyoruz. Reggae müziği çok sevdik çünkü alt bir sürü dalı var. Sonrasında öğrendiğimiz korkunç kısımları da var maalesef. İşin gerçeği de bu, bahsetmekte bir behis görmüyorum. Kurmaya karar verdik. Çok güzel insanlar girdi çıktı gruba. Şimdi de en son halindeyiz. Hayatımda ilk defa bu kadar hızlı anlattım sanırım. Resmi olarak 2008’de ilk sahneye çıktık.
Defne: Albüm yazma süreçleri nasıl oluyor? Bir formülünüz ya da tarifiniz var mı?
Orçun: Ben kendi adıma bir melodi söyleyerek başlıyorum. O oturunca üstüne söz oturtuyorum. Önce müzik aslında. Belki de çocukken film müziklerini çok sevdiğim için. Hala sözlerle ilgili sıkıntılarım var. (Güler) Her şey bir yana, önce müzik olunca daha rahat ettiğimi düşünüyorum.
Öykü: Bazen de şöyle oluyor. Stüdyoda takılırken, jam session yaparken bir cümle ya da bir riff buluyorum. Orçun’a bir altyapı geliyor, o da üstüne şekillendirebiliyor.
Orçun: Şu da oluyor: fikir veriyorlar bana. Karşılıklı alışveriş tadında oluyor, hepimiz aynı yere bakıyor oluyoruz çünkü. (Batu’ya) Sen nasıl yazıyorsun harbiden?
Batu: Ben gitarla bir akor dizilimi ya da melodi çıkarıyorum.
Öykü: Her şeyden önce havanın kararmasını bekliyorsun.
Batu: (Güler) Aynen. Akor diziliminden sonra şarkı neyi anlatıyor, ben neyi anlatabilirim diye düşünüyorum. Ters işlediği de oluyor, tamamen parçanın estetiğine göre.
Orçun: (Gonca’ya) Sen nasıl yapıyorsun canımın içi? Sen de yazıyorsun çünkü.
Gonca: Ben de melodi üstüne yazıyorum genelde.
Orçun: Çok güzel soruymuş. Biz de ilk defa konuşuyoruz üstüne.
Gonca: Melodiden sonra üstüne ne kelime çıkıyorsa ona bakıyorum. Ama yazayım üstüne melodi yaparım diye denemedim hiç. Çok zor çünkü, özellikle Türkçede.
Öykü: Önce enstrümentalist olduğun için de önce ses, sonra söz diye bakıyor olabilirsin.
Batu: Bir çocuk projesi yapmıştım mesela. Orada sözleri gönderip üstüne beste yapmamı istemişlerdi. Tersten bir şeydi. Çok faydasını da görmüştüm, yapmalıyım bunu bazen demiştim. Yaratıcılığı tetikleyen bir süreçti.
Orçun: Melodisiz şarkı sözü yazan var abi. Şarkı sözü yazarlığı diye bir şey var yani.
Batu: Şiir şeklinde yazılmıştı sözler. Gonca’nın dediği gibi, işin matematik kısmı oturunca bestesi de olmuştu.
Öykü: Sipariş duygusu olarak mı başladı peki, sen bir şey katmış mıydın? Sıfırdan bir şey yapmanın hissi başkadır ya hani.
Batu: Aslında bir şey yapmayı zaten istiyorsun. Sana verdikleri araç sayesinde kolaylaşıyor iş. İşin bir kısmı çözülmüş oluyor.
Gonca: Ben bir şirkette stok müzik üretimiyapıyordum. Söz yazarı arkaÇat çat çat bitiyor.
Öykü: Yolu yarılamış oluyorsun aslında.
Gonca: Evet yol yarılanmış oluyor. Sözü modifiye ediyorsun, ya da bazen tam tersi ilham verebiliyor.
Defne: Peki şu aralar ne dinliyorsunuz müzikal açıdan?
Orçun: Çok güzel soru.
Gonca: Çok kötü şeyler dinliyorum ben. Listemden bir bakayım.
Orçun: O bakarken ben başlayayım. Fazlaca Southern Rock dinliyorum. Lynyrd Skynrd gibi değil de, yeni dönem Amerikan müziği benim dinlediklerim. Çok seviyorum, çok ama çok dinliyorum. Karşıma da o çıkıyor hep. Yapmak istediğim başka bir müzik tarzı da bu aslında, Türkçe halini yapmak istiyorum. Öyle bir hayalim, projem var. Batu’yla konuştuk. Klasiklerden de kopamıyorum ama. Hardcore listem de var, Korn’lar falan. Daha eskileri de dinliyorum. Herhalde belli yaştan sonra iyi ve kötü müzik oluyor. Caz da dinliyorum.
Öykü: Cazdan haz alır mısınız? (Gülüşmeler)
Orçun: Son 5-6 gündür reggae’e döndüm.
Defne: Ufak bir soru: bu kadar farklı tarzlarda dinlemek, bazen daha sert bir şeylere kaymak müziğinizi nasıl etkiliyor?
Orçun: Eskiden reggae’e sadık kayma kaygımız vardı, ki hala sanırım bende var ki uzaklaştığımızı düşünüyorum. Biraz daha dönmemiz gereken kısımlar var. Yeni çıkan gruplarda da bazen reggae’e kaydıklarını duyuyorum tarzları o olmasa bile. Ama etkiliyor, çok etkiliyor.
Batu: Bence de etkiliyor. Benim Bach’a döndüğüm dönemlerim oluyor. Şu an ordayım. 1-1.5 ay geçiyor, sonra başka şeylere dönüyorum.
Gonca: Bach’tın açık olsun. (Kahkahalar)
Öykü: Ben her şeyi dinlemiyorum. Spotify’ım tuhaf. Dönemsel oluyor benim, bazen moduma göre bir müzik mi dinlesem yoksa müziğe göre mi şekillendireyim diyorum.
Defne: Yapabiliyor musunuz bunu?
Öykü: Yapabiliyorum. Bu büyük bir lüks zaten.
Orçun: Bizim jenerasyonda böyle bir şey var.
Öykü: Biraz da walkman kültüründen geldiğimiz için, önümüzde her şey serili değildi. Benim böyle oldu; moduma göre müzik dinliyorum ya da müziğe göre modumu değiştiriyorum. Dönemsel oluyor dediğim gibi. Türkçe müzikle çok aram yok. Orçun gibi ben de, çok sert şeyler dinlediğim oluyor. Geçen gün full The Doors dinledim mesela. Yarın öbür gün ne olur bilmiyorum, yağmurlar da başladı. Belki daha nordiklere giderim.
Defne: Müziğe göre mod belirlemek çok hoşuma gitti. Biz acaba niye yapamıyoruz bunu, walkman kültürüne doğmadığımız için mi gerçekten de…
Orçun: Nacizane düşüncem şu: bizim dönemde film izlemek sadece televizyona bağlı bir şeydi. Durumumuz biraz daha iyiyse video kaset alırdık. Filmde izlediğimiz “Müzik girer… ve aşk” ya da “Müzik girer… ve ölüm” gibi şeyler de kafada canlanabiliyordu. Müziği koyardık mesela hüzünlenmek istediğimizde, zor olmazdı. Spor yapacağım, adrenalin lazım, sert bir şey olurdu.
Öykü: Ben keyifli bir durumdayken playlistte çat diye Portishead çıkıyordu, kafamın içinde yağmurlar yağıyordu. Kara balıklar falan. Değiştirebiliyorsun.
Gonca: Listeme de bakıyorum şimdi, sanırım ben daha çok işe gidip gelirken dinliyorum. Evde çok müzikle vakit geçirme şansım olmuyor, sessizliği tercih ediyorum. Mesela elektronik gruplar var ama Ajda Pekkan da var. Latinleri de seviyorum, dinliyorum. Evdeysen hakikaten klasik müzik iyi geliyor, eğitimim de öyle olduğu için belki. İnsan özlüyor o klasik, romantik çağları. Yumoş yumoş bir şeyler iyi gider bu havalarda. Sarsın sarmalasın, iyi hissettirsin.
Defne: Bir diğer soruma geçiyorum: kayıt ve stüdyo süreçleri nasıl geçiyor? Birbirinizi boğazlayasınız geliyor mu?
Orçun: Çok şükür hiç yaşamadık. Sadece şu aralar, (herkese) bunu da size ilk defa dile getiriyorum, “Acaba çok mu aceleye getiriyoruz bazı şeyleri?” diye düşünmeye başladım. Çünkü milletin tek şarkı için 3 ay çalıştığını duyuyorum. Belki de biz çok hızlı mıyız diyorum.
Batu: Bence şöyle bir şey oluyor. Stüdyoda vakit geçiriyoruz ama provalarda daha çok vakit geçiriyoruz. Onların kayıtlarda geçirdiği süreyi biz provalarda geçiriyoruz. Öyle düşünebilirsin.
Orçun: Biz Led Zeppelin gibiyiz onlar Deep Purple gibi mi o zaman?
Batu: (Güler) Olabilir. (Bana) İşte bazı konularda anlaşamıyoruz.
Orçun: Ohoo sattın Batu. (Bana) Gitarist var mı tanıdığınız?
Defne: Tabii, hiç fena da değil aslında, hemen yönlendirebilirim.
Orçun: Hiç beklemiyordum. (Kahkahalar) Neyse, kayıt süreçleri gayet güzel geçiyor. Birbirimizi dinliyoruz, fena gitmiyoruz.
Öykü: Son üç yaptığımız single’da da mesela, parçaları provalarda çalışıp kayıtta çat çat hallettik. Kayıttan sonra da bilgisayar başına geçtiğimizde beraber konuştuk, “Duygusu şöyle mi olsun böyle mi” gibi. Analiz edip devam ettik.
Orçun: Şu dörtlü kayıt sürecinin her aşamasında yer almaya çalışıyor. Genelde katılım konusunda daha fazla beraber olduk.
Öykü: Bir de parçayı bitirdikten sonra masa başında konuşurken bile hepimiz aynı dili konuşuyor oluyoruz. Aynı noktalara takılıyoruz. Bu da beraber geçirdiğimiz sürecin meyvesi bence.
Defne: Belki de hızlı olmasının ya da öyle gelmesinin sebebi bu harmoninizdir?
Öykü: Belki de, o yüzden söylemek istedim. Aynı şeyleri düşünüp konuşuyoruz oluyoruz.
Defne: Çok dallanıp budaklanmıyor demek ki. Hızlı olması demek her zaman oldu bitti’ye geldiği anlamına gelmiyor. Harmonik bir ilişkiymiş çok.
Öykü: Tabii ki.
Defne: Aşk, politika, ekonomi… bunlar birer mesele. Sizin yansıttığınız ya da yansıtmak istediğiniz bir mesele var mı şarkılarınızda?
Orçun: Yok canııııımm.
Gonca: Gündelik hayat.
Öykü: “Reggae’de öyle bir şey yok ki” falan dermişim.
Orçun: Hayata dair ne varsa; siyaset de var bu işin içinde, aşk da var, ölüm kalım da. İlk davulcularımızdan Mehmet Abi’nin (Mehmet Yüzbaşıoğlu) söylediği bir deyim vardı, “kör göze parmak sokmak” diye. Daha temsili bir şekilde ifade edebiliriz aslında. Sosyal bir müzik yaptığımız müzik. O yüzden hayata dair ne varsa yansıtıyoruz diye düşünüyorum.
Gonca: Aşka dair bir şey…
Öykü: “Love” var, “Bir Ben Miyim” var, “Sus” var…
Orçun: Varmış ya. Aslında “Aşk ne güzel” de değil, bir ayrılık acısı var. Aşka dair çok yok mu ya acaba?
Defne: Geçen Oktoberfest’te çıkmıştınız, Lifepark’ta. Beraber izlerken arkadaşım bu soruyu aklıma düşürdü, ben de size sormak istedim: sahnede çok enerjik görünüyorsunuz, simbiotik bir enerjiniz var (Orçun: Bak bu güzelmiş!), acaba bu enerjinizin kaynağı ne? Bu kadar enerjik olamadığınız anlarda ne yapıyorsunuz?
Batu: Birbirimizi çok seviyoruz. İyi arkadaşız hepimiz, bence sebebi bu. Öykü: Her şeyden önce beraber vakit geçirmek çok kıymetli. Bu kadar anlaşabildiğin insanları bir araya toplayabilmek çok zor. Hele bir de beraber müzik yapıyorsan deme keyfine oluyor.
Orçun: Gerçekten birbirimizi çok seviyoruz.
Öykü: Grubun en eskilerinden olarak şunu söylemek isterim: soundcheck, prova ve sahne dışında çok vakit geçiren insanlar değildik. Ama bu ekiple enstrümanlarımız yanımızda değilken bile beraber zaman geçirebiliyoruz.
Orçun: Yılbaşı yemeğimiz var, doğum günü yemeklerimiz var. Bu ilk başta bir kural gibi oldu ama sonradan hepimiz uymaya başladık. Biri gelmeyince surat yapıyoruz, Batu’yla çok uğraşıyorum mesela. “Abi benim otobüsüm gelecek” diyor, onun bile esprisi oldu. Çünkü istemiyoruz gitmesini. Evi var ama, gitmesi lazım. Öykü “Bugün ben gelmesem” diyor, Öykü’ye bakıyoruz “İyi tamam be, geliyorum” diyor. Gonca’yla biz de sürekli parti olsun, dışarda dolaşalım.
Defne: En sevdiğiniz kelime?
Batu: “Bisküvi”.
Defne: Gerçekten mi?
Batu: Çok komik bir kelime bence. Ağzın çok komik oluyor söylerken.
Öykü: Evet bir sürü kasını çalıştırıyorsun.
Gonca: “Yakamoz”. Ben fonetiğini sevmiştim mesela. Söyleyiş tarzıyla anlamı hoşuma gidiyor.
Orçun: Aklıma küfür geliyor ya.
Öykü: Benim “Merhaba” ya. Anahtar ya, nereye gitsen kullanırsın.
Orçun: Benim yok.
Defne: Enstrümanlarınıza isim veriyor musunuz?
Gonca: Benim yok.
Öykü: “Sarı kız” falan.
Batu: “Gitarım”.
Gonca: (Orçun’a) Sen zaten verme.
Defne: Şarkılarınız bir film sahnesinde çalıyor olsaydı, hangi film ve hangi sahne olurdu?
Orçun: Oooo, çok iyi soru. Sorular çok iyiydi ya.
Defne: Teşekkür ederim. (Gururla karışık utandım.)
Öykü: Star Wars olsun.
Batu: Gençlik filmi olur gibi hissediyorum ben.
Orçun: Benim var. Godard’ın “Serseri Aşıklar”ının sonunda koşmaya başlıyordu karakter. Orada “Sus” çalıyor olabilirdi. Ağlardım herhalde.
Gonca: Tek cevabımız bu galiba.
Orçun: Eskitilmiş bir dizide çaldı aslında, güzel de bir sahneydi.
Defne: Bir festival düzenleyecek olsanız ve sınırsız imkanınız olsa, nasıl bir festival olurdu? Kimler gelirdi? Ölüyü canlandırabilirsiniz, istediğiniz kadar para harcayabilirsiniz.
Gonca: Oooo. Ben bi Stevie Wonder’ı koyardım. Ölüyü diriltebiliyor muyuz?
Defne: Tabii ki.
Batu: Queen olabilirdi.
Öykü: James Brown alır mıyız?
Gonca: Michael Jackson da gelirdi herhalde.
Orçun: Bob Marley kesin.
Öykü: The Doors da gelsin.
Batu: Jimi Hendrix de gelsin.
Orçun: Rage Against The Machine’le de sahne paylaşmak isterdim. Lynyrd Skynrd da öyle. CCL ve Creedence Clearwater Revival’ı da çok isterdim. Ama ‘72 yılı.
Öykü: Herkesi çıkartıyoruz ama headliner biziz di mi?
Gonca: Tabii canım.
Defne: Benim sorularım bu kadar. Sizin söylemek istediğiniz bir şey var mı?
Orçun: Olabildiğince şarkılarımızı dinleyip yorum yazın, olabildiğince konserlerimize gelmeye çalışın. Biz yüksek tutmamaya çalışıyoruz bilet ücretlerini, şartlar da çok zor artık bunun da farkındayız. Ruhlara iyi gelen şeyler bunlar, orta bir yerde buluşuruz gibi hissediyoruz.



Yorumlar