top of page

Tarihin Tozlu Rafları: Aguaturbia

  • Duru Uzay Aktaş
  • 1 gün önce
  • 3 dakikada okunur

Güncelleme tarihi: 4 saat önce



“Santiago sokaklarında çiçek çocukların hayalleri, elektro gitarın yankısıyla titreşirken, bir kadın çıplak sırtıyla kıtayı sarsıyordu. Aguaturbia sadece bir grup değildi. Onlar bir başkaldırıydı. Tüm Şili’ye yayılan renkli, dumanlı, asitli bir çığlık…”


1960’ların sonları, tüm dünyada olduğu gibi Latin Amerika’da büyük bir dönüşümün eşiğindeydi.

Avrupa’da 68 kuşağının isyanları, Latin Amerika’da ise diktatörlük gölgeleri ve devrimci rüzgârlar esiyordu.

Tüm bu çalkantının ortasında, Şili’nin başkenti Santiago’da psychedelic rock’un en cesur ve avangart seslerinden biri doğdu: Aguaturbia.



Çok uzun süredir hakkında yazmak istediğim, 1968 yılında gitarist Carlos Corales ve vokalist eşi -sahne adıyla- Denise tarafından kurulan grup, bass gitarist Ricardo Briones ve baterist Willy Cavada'nın da birleşimiyle başta Amerikan ve İngiliz grupların etkisiyle kurulmuş gibi görünseler de, Aguaturbia kısa sürede sadece bir “Latin Pink Floyd” olmanın ötesine geçip kendi kimliğini inşa etti.


Kimi zaman acid rock, kimi zaman blues, kimi zaman da neredeyse ayinsel bir folk havasıyla karşımıza çıkan bu grup, Şili’de rock müziğin sınırlı bir özgürlük alanı olduğu bir dönemde tam anlamıyla kültürel bir sarsıntı yarattı.

Aguaturbia’nın sadece müziği değil, sahne duruşu ve görsel estetiği de zamanının çok ötesindeydi. 1970 yılında çıkan ilk albümlerinin kapağında Denise, çıplak şekilde poz vererek ülke genelinde büyük bir sansasyon yarattı.

Bu, sadece bir albüm kapağı değildi; Şili’nin muhafazakâr yapısına, cinselliğin bastırılmasına ve kadının nesneleştirilmesine karşı bir görsel manifesto niteliği taşıyordu.



Denise’in sahnedeki duruşu da aynı derecede radikaldi. Güçlü sesiyle Jefferson Airplane’in Grace Slick’ini andıran Denise, (Aguaturbia’nın Somebody To Love cover’ını dinlediğinizde benzerliği anlayacaksanız.) bir Latin Amerika kadınının sesini hem müzikal hem politik anlamda duyuruyordu.

Dönemin çoğu Latin rock grubunda kadın vokalist nadirken, Aguaturbia bu açıdan da bir öncüydü.


İlk albümleri “Aguaturbia” (1970), distortion yüklü gitarlar, ağır tempolu blues-rock yapılar ve hipnotik vokal geçişleriyle dikkat çeker. Albümdeki parçaların bazıları İngilizce olsa da, hissiyat evrensel bir dil taşır.  ''Crimson & Clover'' gibi cover parçaların da olduğu bu albüm bir ''tanışma'' faslı için ideal, sonrasında gelecek albüm ve şarkılar için de açılan kapı niteliğindedir.


İkinci albümleri “Aguaturbia Volumen 2” ve sonrasına derlenen “Pyschedelic Drugstore” ise daha özgür yapılarıyla öne çıkar. Bu albüm, psychedelic rock’un halüsinatif doğasını daha da ileriye taşırken, blues öğelerini de daha belirgin şekilde işler.

Örneğin en sevdiklerimden olan “Heartbreaker” parçası, klasik rock tınısıyla başlasa da, sonlara doğru giderek soyut bir jam session’a dönüşür.



Aguaturbia’nın yükseldiği yıllarda Şili’nin askeri darbeye uğraması sonucu sanat, özellikle karşı kültürün müzik dili, ağır sansürlere uğramıştır.

Aguaturbia bu atmosferde uzun süre sessiz kalmış ve üyeler zaman zaman yurtdışında yaşamıştır.


Ancak müzikleri, yeraltında elden ele dolaşmaya devam etti.

2000’lere gelindiğinde ise grup kült bir statüye ulaştı. Aguaturbia, sadece müzik üretmemiş; aynı zamanda bir dönemin ruhunu seslere, bedenlere ve görsellere işlemişti.


2000’li yılların başlarında Aguaturbia yeniden sahnelere dönmüş ve 2018 yılında ''Fe, Amory Libertad'' isimli bir albümle çizgilerinden çıkmayarak geçmişin o halüsinojenik tınılarını yeni kuşaklara taşımışlardır. Bu geri dönüşün hakkını yemeden belirtmem gerekir ki ilk albümleri her zaman benim için daha farklı bir yere sahip olmuştur.


Carlos ve Denise, artık birer rock efsanesi olarak Şili’nin en saygı duyulan müzisyenleri arasına girdiler.

Bugün, Şili’de ve genel olarak Latin Amerika’da psychedelic rock yapan grupların birçoğu Aguaturbia’nın etkisini kabul eder. Grup, aynı zamanda feminist bir ikon olarak da değerlendirilmektedir; özellikle Denise’in sahne üzerindeki hakimiyeti ve cesareti, genç kadın müzisyenler için ilham kaynağıdır.


Aguaturbia, sadece bir müzik grubu değil; bir dönemin görsel-işitsel ve politik manifestosudur. Latin Amerika’nın karanlık ve baskıcı dönemlerinden geçen bir psychedelic ışık huzmesi olarak, hem isyanın hem de güzelliğin sembolü olmuştur.

Müzikleri, bugün hâlâ taze ve baş döndürücüdür.

Çünkü onlar yalnızca akorları değil, hayalleri de titreştirmiştir.


Mutlaka bakmanız gerektiğini düşündüğüm 5 şarkıyı buraya bırakıyorum:

-Heartbreaker

-Evol

-Blues On The Westside

-Some of these days

-Crimson & Clover

 
 
 

Comments


Rock ve Metal Haberleri İçin Abone Olun!

RÖPORTAJLAR

LİSTELER

YENİ ÇIKANLAR

  • White Facebook Icon
  • Instagram - Beyaz Çember

Kritikzine 2024 by Kritik Records © Tüm Hakları Saklıdır

ALBÜM KRİTİKLERİ

HAKKIMIZDA

Rock metal haberleri, röportajları, albüm incelemeleri içeren güncel müzik portalı

bottom of page