top of page
  • defne ergenoglu

Tüm Hayaller, Tüm Rüyalar: Juliet



Bahar geldi, bu da demek oluyor ki açık hava konserleri sezonu resmi olarak açıldı! Uzun, upuzun bir kıştan sonra hasret kaldık güneşe ve konserlere. Baharda konser bir başka oluyor.


Genelde hayatımdan kesitler yazmam buraya, sonuçta bir müzik dergisiyiz, benim öğlen yemeğimi ya da okulumu bilseniz ne faydası olur? Ama bugün bu röportaja vesile olan bir arkadaşımdan kısaca bahsetmek istiyorum: Tuana.


Tuana’yı tanısanız çok seversiniz ama dediğim gibi, burada işin müzikal boyutunu konuşuyoruz.


Yaklaşık üç hafta önce bir sabah kantindeydim. Tuana geldi, aşırı heyecanlıydı. Kulaklıklarından birini çıkartıp bana verdi ve:


-Defne harika bir grup buldum! Çok da bilinmiyorlar, müzikleri de muhteşem.

-Süper, adı ne?

-No Land.


Gülmeye başladım, dinlenmelerine bakıp Tuana da gülmeye başladı. Sonuç olarak Tuana’nın “çok bilinmiyorlar” dediği grup, 11 milyon dinlenmeli No Land çıktı.


Bu olaydan bir hafta sonra yine kantindeydim, yine Tuana aşırı heyecanlı bir şekilde geldi.


-Bak bu sefer bilinmeyen, harika bir grup buldum!

-Yine birkaç milyon dinlenmeli bir grup çıkarsa çok gülerim.


Ve Juliet’le tanıştırdı beni. O gün kulaklıklarımı çıkardığımı hatırlamıyorum. Sözleri naif, muhteşem parçalarla dolu bir albümleri var.


Röportaja Tuana’yla gittik ve o kadar zevkliydi ki. Fatih, Ceyhun ve Doruk’la birazdan tanışacaksınız zaten, okurken en az bizim kadar güleceğinize ve eğleneceğinize de çok eminim. Hüzün sona eriyor gerçekten.


Normalde albümü hep sona koyarım, ama bu sefer başa koyuyorum. Nerede, hangi şarkıyı dinlemeniz gerektiğini yazdım. Hani “En iyi kalite için kulaklıkla dinleyin” derler ya, ben de buraya benzer tip bir uyarı geçiyorum:


En iyi kalite için belirttiğim yerde şarkıları açın!

Not: Röportajı bir solukta okuyacağınızdan eminim, bazı yerlerde çok şarkı ama okuyacak çok az cümle var. Yani şarkılar okuyacağınız paragraflardan uzun olabilir, bir şarkıyı dinlerken başka birini yazmış olabilirim. Sizi içgüdünüze güvenmeye ve istediğiniz birini seçmeye davet ediyorum. Zaten okumayı bitirince hepsini dinlemek isteyeceksiniz, linki de aşağıya koydum.



—> “Kalbi Numune”yle başlayın albüme, diğer şarkıları italik yazıp altını çizeceğim.


Defne: Sorularıma başlıyorum o zaman?

Fatih: Nerden bu sorular? Senin hazırladığın sorular mı?

Defne: Ben hazırladım evet.

Ceyhun: Her gruba aynı sorular mı?

Defne: Her röportajımda değiştiriyorum, ama “sorulmazsa olmaz” sorularım var.



Defne: Sizi biraz tanıyalım, kendinizi tanıtır mısınız?


Fatih Erköse: Ben Fatih Erköse, 28 yaşındayım. 26 yaşındayım, ne 28’i? (Gülüşmeler) 26 yaşındayım ve çok uykusuzum.

Defne: Keşke gelirken sana da kahve alsaydık.

Fatih: Yok ya, ben ayılamam. İkinci albümü kaydediyoruz, onlarla çok uğraştık.

Defne: Onu da soracağız, heyecanlıyız çok.

Fatih: Son birkaç düzenlemesi kaldı. Yorucu oldu. 4 şarkılık bir albüm yapacağız bu sefer.

Defne: EP gibi?

Fatih: EP yapacağız, çünkü 12 şarkılık bir albüm olunca dinlenmiyor. Aslında dinleniyor ama şöyle oluyor…

Defne: Biz hepsini sömürdük, tüm şarkıları yedik.

Fatih: Çok nadir insanlar dinliyor. Genelde iki üç şarkı dinleniyor ve o şarkılar yıllar içinde gömülüyor oraya.

Defne: Diplerde kalıyor?

Fatih: Aynen. Emeğinin karşılığını alamıyorsun.

Ceyhun: 28 yaşındaydın…

Fatih: 26 yaşındayım ve uykusuzum. Ne kadar oluyor? 8-9 yaşımdan beri müzik yapıyorum. Bizimkiler, tüm aile müzisyen. Annemler değil de babamlar, dedemler… Beş kuşaktır falan yani.

Piyanoyla başladım ben. Beni hiç sarmadı klasik müzikle başlamak. Çok severim, o ayrı konu ama hep bir kasıntı geldi yıllar içinde. Daha sonra bir anda bir gitar aşkı doğdu, ben normalde solistten önce gitaristim. Ceyhun abi benim 13 yaşındaki halimi biliyor. Ben 13-14 yaşlarındaydım tanıştığımızda. Aslında Ceyhun abi benim kuzenimin arkadaşı. O zamandan beri bir şeyler yapmaya çalışıyoruz. Hep denedik yani. Grup kurulma süreçlerini biliyorsun, senin de grubun var. O gidiyor, bu gidiyor, bir sürü şey. Gerçekten problemli. Beş insan, anlaşabilen insan, hadi anlaşmasını geçtim, öyle bir şey oluyor ki anlaşabiliyorsun ama adam çalamıyor. O durum da çok kötü bence. Bizde anlaşamamak çok nadir oluyor. Genelde çalarken veya prova yaparken bir anlaşmazlık olmuyor da, atıyorum bir şeylere karar verirken çok ters düşebiliyoruz. Ama çok hızlı toparladığımızı düşünüyorum. Kimse kimsenin gırtlağına yapışmadı.

Defne: Sevindim. (Gülüşmeler)

Fatih: Bir de yaşlılık da var ya. Çok da aksi olamıyoruz.

Defne: Yaşlılık derken 26 olup 28 hissetmenden mi bahsediyoruz?

Fatih: Aynen. (Gülüşmeler)

Doruk: Ben Doruk Gökcan, 22 yaşındayım ve çok uykusuzum. (Kahkahalar) Ben müziğe 8 yaşında başladım. Okulda blok flüt çalıyordum, hani şu renkliler var ya.

Ceyhun: Onu özellikle söyleme, herkes çalıyordu. (Gülüşmeler)

Doruk: Müzik öğretmenimiz bizden ümidi kesti sonra, çok kötüydük çünkü. Bizi klasik gitara geçirdiler, sonra ben elektroya geçtim, şimdi de bass çalıyorum on iki senedir. Öyle ilerledi, evrimleştim diyebilirim.

Ceyhun: “Evrimleştim.” Ben de Ceyhun Tütüncü, davulcusuyum grubun.

Fatih: “28 yaşında değilim.”

Ceyhun: 33 yaşındayım ben, uykum yok.

Defne: Yaşasın!

Ceyhun: Uykumu aldım, öyle geldim. Ben de 99’da gitar çalarak başladım. Bir sene klasik gitar çaldım, o zaman yoktu öyle davul mavul. Çalan da yoktu, satan da yoktu.

Defne: “O zamanlar” diyince…

Ceyhun: İnternet de yoktu, hiçbir şey yoktu.

Fatih: Bu arada kapatsanıza klimayı.

Ceyhun: Azıcık hava alsın diye şey yaptım.

Fatih: Tamam da şarkı söyleyeceğiz sonra ya.

Ceyhun: Sana yumurta alalım, yumurta akı. (Gülüşmeler) Gitar çalarak başladım, bir sene gitar çaldım. Ben Üsküdar’da büyüdüm, o zaman stüdyolar vardı Kadıköy’de. Taksim, Kadıköy’ün olduğu zamanlar. Kadıköy’de bir stüdyo varmış, üç-dört tane stüdyo vardı zaten çok azdı. Bir abimiz bizi götürdü. Stüdyonun içine girdik, geçin hepiniz bir yere oturun dedi. Davula oturdum ben de, o gün bugündür davul çalıyorum. 20 yıl oldu.

Defne: Nasıl yani? Baya oturup…

Ceyhun: Aynen. Ondan önce de vardı tabii, küçükken annemin şişleri vardı. MTV vardı, orada çıkardı sevdiğim müzikler. Çok sert müzikler dinliyordum tabii, hardcore metal. 100 şarkıdan biri benim istediğim oluyordu, gidiyordum o şişlerle bir de yoğurt kaplarıyla çalmaya çalışıyordum. Öyle başladım, hevesim vardı. Girince stüdyoya ben de davula gittim.

Defne: Yarın bu tezi deniyorum. Oturacağım baterinin başına, bakalım noluyor. (Gülüşmeler)

Ceyhun: 22 sene olmuş. Gidip davula oturmamın bir sebebi vardır illaki. Gidip gitara oturmamışım gitar çaldığım halde. Demek ki içimde davul çalmak varmış. Videolar izliyordum evde, taklit ediyordum. Hatta şu davulun pedalını (arkamdaki davulu göstererek) 2004’te aldım. 18 yıl oldu. Bir konserdeki videoda görüp araştırmıştım. Normalde pedallar zincirlidir, o kayışlı. Sarı kayışı var. Kamera vokalisti çekerken bateriden görmüştüm. (Fatih’e) Ben hep arkandan gözüküyorum ya. Davulcu öyle gözükür hep. Vokal çekilir, davulcu arkasında görünür. Davulcuyu kimse çekmez yani, ayakları görünüyordu sadece. Sarı bir şey gördüm, beş sene araştırdım.

Defne: Pedal benimle yaşıt.

Ceyhun: Tabii. 2004’lü müydünüz siz?

Defne: Ben 04’lüyüm.

Tuana: Ben 05’liyim.

Ceyhun: Arkadaşınız.

Defne: Memnun olduk.

Ceyhun: Öyle bir hevesim var diye ona geçtim yani, öyle de kaldı.

Defne: Nerden buldun en son?

Ceyhun: Nerden buldum… burda Kıvılcım Müzik’in davul mağazasında bulmuştum. Oraya gidip geliyordum, bir abimiz vardı. Ona anlattım ama internet de yok, kimse bilmiyor ne olduğunu. Diyorum ki “Sarı bir şey var.” Anlamıyor kimse.

Tuana: “Sarı bir şey”. (Gülüşmeler)

Ceyhun: Zaman geçti, bir gün uğradım, “Senin istediğin şey geldi galiba.” dedi. Gösterdi, “Evet bu.” dedim. Sonra gittim ağladım anneme. (Gülüşmeler)

Fatih: Aynısı mıydı ona benzer bir şey mi?

Ceyhun: Yok canım aynı pedal. 18 sene oldu. Davul da aynı, 2005 o da.

Defne: (Tuana’ya) Bak davul da seninle yaşıt.

Ceyhun: Bir tek ziller genç sizden.

Defne: Yaşasın! En azından.


Defne: Nasıl bir araya geldiniz?


Fatih: Biz zaten Ceyhun abiyle tanışıyoruz çok eskiden. İlk, kuzenim Engin’le, bass çalıyor, bir şeyler yapalım dedik. Kayıt yapalım falan. Bir arkadaşım var dedi, davulcu. Olur dedim. Gittik, ben de küçüğüm, 13-14 yaşlarındayım…

Ceyhun: Ben anlatayım mı orasını?

Fatih: Anlat anlat.

Ceyhun: Engin benden de büyük, 82’li. Fatih’le aramızda…kaç yaş var?

Fatih: 95’liyim ben.

Ceyhun: 95… 6 yaş var. Benim de Engin’le 7 yaş var, onların arasında da 13 yaş var. Engin’le çalıyorduk biz. “Benim kuzenim de gitar çalıyor.” dedi. Biz de çok koşturuyoruz o zamanlar. Kadıköy’de stüdyom vardı benim… kaç oluyor sene? 2009 galiba. “Geleceğim, çalarız.” dedi. “İyi, gelin.” dedim. Biz de o zaman çalıyoruz öyle, yaşımız da büyük. Piyasamız da var.

Fatih: E tabii, o yaştalar Kadıköy’de stüdyoları var.

Ceyhun: Aynen öyle, herkes tanıyor, ortamımız da var. Geldiler, kapıdan birden ufacık bir çocuk girdi. (Gülüşmeler) Kafasında da bandana Jimi Hendrix gibi. Engin’i çektim kenara, “Oğlum, bu ne lan? Bunu mu getirdin, ufacık çocuk?” dedim. Baya laf etmiştim, yalan yok. Sonrasında çok konuştuk bunu. Özür dilemişimdir belki. Sonra bir çalalım dedik. Hiç aralıksız 7 saat çaldık. Tuvalete bile çıkmadık.

Fatih: Baya kafa yaptı bu arada. (Gülüşmeler)

Ceyhun: Baya 7 saat. “Şarkı şu, bunu çalıyoruz.” demedik hiç. Ben dört veriyorum, bir ritme giriyorum, o onun üstüne ekleniyor. Bir saat çalıyoruz, duruyoruz, Engin bir şey çalıyor, ona ekleniyoruz. Hiçbir şey yok ortada, 7 saat çaldık.

Defne: Kimyanız tutmuş baya.

Ceyhun: Aynen öyle.

Fatih: Hep denedik bir şeyler, hiç tutturamadık ama. Jüliet kadar olmadı mesela. Çok yaklaşmışlığımız var ama.

Ceyhun: Farklı işler yapmışlığımız var. Kız olan bir arkadaşımız vardı bir ara, vokalistimizdi. Onunla bir yerlerde çaldık. Para için yapılan işler. (Gülüşmeler) Sonra bir ara kayıt yapıyorduk…

Fatih: Sonra baktılar ki benimle olmuyor para için yapılan işler… (Kahkahalar) Problem çıkıyor, uzaklaştık. Juliet’le denk gelmesi çok garip oldu aslında. Noldu? Yağız’la beraberdik o zaman. Grup daha yeni kuruluyor, davulcu lazım ve anlaşamıyoruz kimseyle. Hep bir problem çıkıyor, anlaşamıyoruz kimseyle. Prova çok önemli. Bir grup, prova aldığı kadar var aslında. Ne kadar pratik yaparsan o kadar geliştiriyorsun bir şeyleri. E bir araya toplanamıyor adamlar. Nasıl oldu? Doremusic’te Ceyhun abi müdürdü.

Ceyhun: Bu binanın en alt katında.

Fatih: 7-8 senedir de görüşmüyorduk hani. Çok nadir, arada denk gelirsek. Yağız’a tel arıyoruz, gitar teli. Altın kaplama bir tel var, dışı altın kaplama, garip bir şey. Dedim “Gir abi şuraya, sor var mı”. Ben de girdim onunla, gitarlara bakıyorum. Yağız sordu teli, arkadan şöyle bir ses geldi: “O ne lan, kim istiyor lan onu?”. Döndüm, bir bakıştık. “E tamam bu istiyorsa normaldir.” dedi. Abi ne yaptın, ne ettin, davul falan. “Tamam” dedi, “müsaitim ben, yapalım.”. Ve müthiş denk geldi.

Defne: Evet harika olmuş.

Fatih: Doruk’la da müthiş denk geldi. Ceyhun abiden önce bir davulcumuz vardı. Daha prova halindeydik, kayıt bile yapmamıştık. Dedim ki “Basçı lazım abi.”. “Bir çocuk var” dedi, “çok iyi çalıyor.”. Bir geldi herif… kalıcı olması baya film gibi yani.

Ceyhun: Ufak bir nokta var, o gün konuştuk yapalım diye, sonra olmadı. Siz Rıdvan’la çalıyordunuz çünkü. Sonra bir sabah uyandım, on beş cevapsız var. Whatsapp’tan da yazmış “Abi acil beni ara” diye. Biri öldü zannettim önce. “Napıyorsun abi” “İyidir”. Ben de o ara istifa etmiştim, bir gün önce.

Tuana: Sizi kader buluşturmuş resmen.

Ceyhun: Aynen. Pazar istifa ettim, pazartesi gecesi de Fatih yazmış.

Fatih: Ve şey kafasında istifa ediyor, “Ben müzik yapacağım.”

Ceyhun: Aynen. Orayı bıraktım, buraya geldim. Burası benim stüdyom. Ders veriyorum falan. O amaçla çıktım, gecesinde Fatih yazmış. Sabah aradım, “Davulcuyu değiştireceğiz, gelir misin?” dedi. “10 saat önce ayrıldım ben de, tam da bunu düşünüyordum.” dedim.

Fatih: 4 prova yaptık, albümü kaydettik sonra.

Defne: Çok hoş olmuş.

Tuana: Benim bir sorum var, Juliet ismini nasıl buldunuz?

Fatih: Şöyle, Romeo ve Juliet İle hiçbir alakası yok. (Gülüşmeler)

Defne: Evet Spotify biyografisine baktık, bir kitaptan alıntı diyordu.

Fatih: Eski kız arkadaşım bana bir kitap hediye etmişti, bir çizgi roman. Türkçe’ye “Bilek Kesenler” diye çevirmişler, ben severim çizgi romanları. Orada bir evren yaratmışlar. Sadece intihar edip tekrardan reenkarne olan insanların yaşadığı bir yer. Kurt Cobain, Amy Winehouse… herkes nasıl intihar ettiyse o izle doğuyor. Mesela bir adam bileklerini kestiyse bileklerinde iz oluyor falan. Hiç yara izi olmayan çok güzel kızlara da “Juliet” diyorlar. Benim çok hoşuma gitmişti nasıl öldüğü belli olmayan, sıfır yara izi kızlara Juliet demeleri. “Lan olur mu, olmaz mı…” Bir de Juliet aslında çok da bilindik bir isim. Her tarafta, nereye gidersen git “Juliet”. Ne bileyim, çok düşünmedim üzerine, ama çok hoşuma gitti. Dört-beş adam, ama grubun adı Juliet. (Gülüşmeler) Biraz garip geliyor ama, ne bileyim bence güzel.

Defne: Şu ana kadar duyduğum en iyi grup isimlerinden, çok net.

Ceyhun: Bizde biraz hızlı gelişiyor bu tip olaylar. Mesela geçen Discord’da ikinci albümden konuşuyorduk, bitiyor şimdi, yarın bitiyor herhalde…

Tuana: (heyecanlı) Bitirmeye çok yakınsınız!

Ceyhun: Aynen, bitti sayılır. Üç-beş saatlik işi kaldı. Discord’da konuşurken kapak tasarımı düşünüyorduk. “İsmi ne olsun” diye konuşurken herkes bir şey dedi, üçünü birleştirdik.

Fatih: Neydi? Dur, hatırlayacağım. “Tüm Hayaller”. Üçümüzün elinden çıkıyor sonuçta, (Ceyhun) “Şöyle bir şey yapalım” dedi. O seviyor böyle bir şeyler tasarlamayı. “Avuç içlerimizi birleştirelim.” dedi, “pembe mavi yeşil”. “İç içe geçirelim, krem rengi bir fonun üstünde de ‘Tüm Hayaller’, basalım gitsin.” dedi.

Defne: İsim için herkes ne dedi? Herkes bir şey dedi dediniz ya.

Ceyhun: Sözler kafamızdaydı, herkes içinden bir şey çekti.

Tuana: Her şey spontane.

Ceyhun: Evet evet. Hatta albüm kapağını da bir yerden görmüştüm ben, ekran görüntüsü almıştım.

Fatih: Kalemle çizmiş, “El İzi” yazıyordu hatta. (Gülüşmeler)

Ceyhun: Albümü ellerimizle yaptık gibisinden. El emeği göz nuru. (Gülüşmeler). Albüm ismini de bir otuz saniyede bulduk.

Fatih: Hızlı ilerliyoruz yani. Şu an baktığınız zaman üç kişiyiz ama sahnede çaldığımızda Üveys diye bir arkadaşımız daha var, klavye çalıyor, trombon çalıyor. Ben daha güzel evrileceğimizi düşünüyorum, çok kalabalıktık aslında. Ne bileyim, biraz tarz olarak da… mesela ilk albümde çok sert şarkılar var. İstediğimiz gibi olmadığını düşündüğümüz şarkılar var. Tam suyunu sıkamadığımız şarkılar var.

Defne: Şimdi albüme gelecektim. Ama aslında albümün o kadar karma olması güzel olmuş.

Fatih: Aslında karma olsun diye yapmadık biliyor musun, 15 senede oluştu o albüm. 11 yaşında yazdığım bir şey bile var o albümde.

Defne: Özel değilse, ne? (Gülüşmeler)

Fatih: “Mutsuz Çocuklar Ülkesi” diye bir şarkı var, onun bazı kısımları. Çok parça parça her şey, ona rağmen çok eksik kaldı.

Tuana: Tam içinize sinmedi yani?

Fatih: Yok içimize sindi, sadece bazı şarkılarda çok daha iyisi olabilir. Ama bir yandan da her zaman çok daha iyisi olabilir. Tamamen dönemle alakalı. İlk albümü bir haftada kaydettik, 12 şarkı. Kolay bir şey değil yani.

Defne: Nasıldı kayıt süreci? Burada yatıp burada mı kalktınız?

Fatih: Burada değildik, GTR Deneyevi’nde aldık. Güzeldi, keyfiliydi. Baya memur gibi… hiçbirimiz alışkın değiliz aslında sabah 9 - akşam 12 falan. O yüzden bir tuhaftı, ama eğlenceliydi. Yarı hücum, yarı kanal çaldık. 7 günde bitirdik. Mix süreci biraz uzun sürdü, ama genel olarak hızlı iş yaptığımızı düşünüyorum. Zaten müzik öyle, bir anda çıkıyor. Bir şeyi çok uzattığın zaman aklına fikir gelmeye başlıyor ve o mod değişmeye başlıyor. Çünkü sen onu yaratırken aklında bir şey var, onu kaybetmemen gerekiyor. Onu hisettiğin an bırakmazsan, başka bir şey hissetmeye başlıyorsun. Bu sefer duygular karışıyor. Hızlı işi her zaman severim o yüzden. Bir albüm üç-dört ay sürmemeli abi.

Defne: (Ceyhun’la Doruk’a) Siz?

Ceyhun: Neydi soru? (Gülüşmeler)

Defne: Albümün kayıt süreci sizin için nasıldı?

Ceyhun: Benim için zordu ama güzeldi. Alper diye bir arkadaşla tanıştık mesela, grup olarak bize verilen en büyük armağandı. Bir klavye partisyonu var albümde, Alper çaldı. Klavyeci bir şey çalıyordu, “Şöyle bir şey mi çalsak” dedi, kaydetti ve kaldı.

Fatih: Bir de ters çaldı. Klavyenin ters olduğunu düşün. Kayıt alıyoruz, aklına bir şey gelmiş. Mümkün değil ters çalamaz, onu çalışmak lazım. “Ya bir şey söyleyeceğim” falan dedi, bastı, ters çaldı. “Kalsın abi kullanalım bunu” dedik, kaldı. “Yanlış Yer”in introsunda.

Defne: Aa, gerçekten mi? Tuana’nın favorisi.

Tuana: Bu kadar doğal ve hızlı gelişen şeylerin kalıcı olması çok güzel.

Fatih: Ben onu seviyorum ya. Buna benzer örnek… neydi şarkı? (Sessizlik)

Defne: Sayabilecek kapasiteye sahibiz şu an.

Faith: “Sonsuz Peri Tozu”nda, alkışlı bir kısım var ya? Vokaller ve alkış kalıyor. Alper abi ekibe dahil oldu. Normalde, tamam yine çalışırsın, ama o kadar samimi hissetirmez bazı insanlar. Sonuçta o yabancı bir adam, orda iş yapıyor. Biz kayıt süreci boyunca bir kablo bile takmadık. Hiçbir şey yapmadık, adam bizim için yaptı her şeyi. O bizi çok rahat ettirdi. Şimdi, alkış yapılması lazım. “Sen de gel” dedim. Orası çift katlı bir yer, dört kapı geçmesi lazım kayıt odasına girmesi için. Loop alkış çalacağız, onu anlamadı. Boş çalacağız aslında. O zannediyor ki kayıda basıp, orayı yakalaması lazım. İçerde kameralar kurulu, mikrofonlar var. Bastı ve koşmaya başladı. Jet hızıyla bir şey geçti, her şey devrildi. Çok güzeldi ama ya, müthişti.

Ceyhun: “Oğlum, bir şeye yetişmemiz gerekmiyor. Aç klik’i, rahat rahat yürü” dedim. “Evet ya” dedi falan. Bizi kayıt açısından inanılmaz rahat ettirdi. Hala konuştuğumuz, görüştüğümüz biri. Mesela ikinci albüm için herkes aynı şeyi söyledi, yine onunla çalışmak istedik. Enstrüman çalıyor musunuz?

Defne: Çalıyordum.

Tuana: Ben de, keman çaldım 8 sene. Bıraktım.

Ceyhun: Kayıtta şöyle bir durum var: normalde çaldığından biraz daha rahat olman lazım, o an yanlış yapabiliyorsun ve etrafındaki gerilimle iyice gerilip yapacağını yapamıyorsun. O adam bize öyle bir rahatlık sağladı ki, herkes çalacağından iyi çalmıştır. Baya kurtardı bizi.

Fatih: Fikir verdi aralarda bir de.

Ceyhun: Bence… bence değil genel olarak hepimiz az çok aynı şeyi düşündüğümüz için hala beraberiz, çok monoton ve planlı programlı yapılan şeylerden daha iyi oldu. Hem bir anısı var, hem de sen bir dinleyici olarak dinliyorsun, 12 parça var, senin için bir şey ifade ediyor ama oradaki şeyler bizim için de bir şey ifade ediyor bambaşka bir taraftan. Satıyoruz birine ama, mesela o alkışı size anlatana kadar kimse bilmiyordu. Ben ne zaman o şarkıyı dinlesem Alper geliyor aklıma. 20 sene sonra da gelecek, bunlar çok güzel detaylar. Orada dünyanın en güzel solosu olacağına o alkışın olması benim için çok daha önemli.

Defne: Bir şey sormak istiyorum, (Fatih’e) mesela senin ailen müzisyen, altyapının yaratıcılığa bir etkisi oluyor mu? Sizin altyapınız var mı?

Fatih: Bence seni bir-sıfır önde başlatıyor ama bir yandan da öyle değil. (Doruk’u göstererek) Bu adamın ailesinde hiç müzisyen yok ama bu herif felaket bir müzisyen, öyle de bir durum var.

Doruk: Kendini geliştirebilirsin aslında. Biraz ilgili olman gerekiyor.

Fatih: Bir-sıfır önde başlıyorsun ama tembelsen mesela, hiçbir işe yaramıyor bir yerden sonra. İllaki kulak dolgunluğu oluyor, bir hakimiyet oluyor, sürekli evin içinde birileri bir şeyler çalıyor. Benim babam çello çalıyor, abim kanun çalıyor, dedem klarnet çalıyor, amcalarımın biri kemancı biri utçu. TRT’li bizimkiler, türk sanat müziği tarafındalar.

Ceyhun: Erköse olduğunu söyleyebilirsin Fatih. (Gülüşmeler)

Fatih: İster istemez bir tecrübe de oluyor. Çok gezdik mesela bizimkilerle. Yurt dışındaki caz festivallerine falan gitmiştik. Görmüş oluyorsun. 9 yaşında herkese nasip olmuyor stüdyoda bir kayıt görmek, ya da ne bileyim Amerika’da bir sahne sound-check’inde bulunmak 10 yaşında. O güzel bir şans benim için.

Doruk: Bir de ben bir şeyi anlamayınca Youtube’dan araştırmak zorunda kalıyorum. En çok kıskandığım şey o. “Bu nasıl” dese direk söyleyebilecek biri var.

Fatih: Biz çok tersiz o konuda. Benim tüm ailem müzisyen, Doruk’ta tek müzisyen o. Ve inanılmaz yetenekli bir herif. Sadece basçı da değil, böyle kibar duruyor şu an. Albümü yaptık mesela…

Ceyhun: Zurna da çalıyor. (Gülüşmeler)

Fatih: Albümü yaptık beraber, bu arada ikinci albümü kendimiz kaydettik. Bütün produksiyonu, her şeyi. Ceyhun abiyle oturduk, kaydettik hepsini. Sonra Doruk iki şarkıda katıldı. Ve ikisi şu an mix mastering yapıyorlar beraber. Şarkının final halini ikisi yapıyor. Halbuki ne alaka, bu adam davulcu bu adam basçı. Ama yetenekli herifler, o yüzden yaptıkları iş de güzel oluyor. O yüzden yapıyorlar. Ama insanın kendini geliştirmesiyle de alakalı. Çok araştırıyorlar, çok meraklılar. O yüzden yapıyorlar.



Defne: Peki şarkı yazmanın bir formülü var mı? Bir şey gerekiyor mu şarkı yazmak için?


Ceyhun: Bence Fatih’in var, söylemiyor ama.

Fatih: Tam yok diyecektim.

Ceyhun: Doruk’la konuşuyoruz, o da aynı şeyi söylüyor. Fatih çok iyi nakarat yazar. Her yeri güzel olur ama nakaratları çok iyi. Bence baya eve gidiyor ve 2+3 gibi yazıyor. Geçen gün şöyle bir şey oldu. 15 senedir tanışıyoruz ama Fatih’in söz yazmasıyla ilgili olan birlikteliğimiz son üç-dört senedir.

Fatih: Ben hep gitaristtim.

Ceyhun: Üç-dört yıldır söz yazıyor, aranje yapıyor, gitar çalıyor. Hep beğenirdim. Bu albümde bir şarkı var, bana kaydettiğinde attı. Dedim ki, “Oh be, Fatih’i arayacağım ve çok kötü bir şarkı yapmışsın diyeceğim” dedim. Dört şarkılık albümün bir tanesi. Aradan bir hafta geçti, şimdi üçünü sevmiyorum o şarkıyı çok seviyorum. (Gülüşmeler)

Fatih: Şarkıyı direkt gitarla çalıp attım.

Ceyhun: Parçayı düzenledik, kaydettik ve şimdi bambaşka bir yere geldi. Fatih’in bence o yüzden formülü var. Bana var en azından.

Defne: Var mı formülün?

Fatih: “Dile dolansın nakarat” diye yapmıyorum ama ilk nakaratı yazıyorum. Aklıma ilk o geliyor. Formülüm şu: sürekli bir şeyler kaydediyorum. Çok saçma sapan şeyler de kaydedebilirim. Bir ritim geliyor aklıma mesela, bilmem kaçıncı albümün bir yerinde kullanılıyor o yüzden de sürekli depoluyorum. Sürekli bir nakarat geliyor, nakaratı yapıyorum, sonra verse 1, verse 2 yapıyorum. İçten gelen şey güzelse nakarat oluyor o. Onun üzerine çalışıyorsun. Verse’ler çalışılmış şeyler ama nakaratlar direkt aklıma gelen şeyler.

Defne: Şarkılarda çok net aşkı hissedebiliyoruz…

Fatih: Galiba sadece ben hissedemiyorum. (Gülüşmeler)

Defne: Nasıl ya? Neden?

Ceyhun: Duygularını aldırdı.

Fatih: Ne bileyim ya. Sen ne diyecektin? Önce onu söyle istersen.

Defne: Yoo hayır, böyle güzel. Söyle sen.

Fatih: Şöyle, mesela ben çok politik bir insan değilim. Çok da işim olmaz yani. Gereksiz buluyorum oradaki eforu kendi çapımda. Hiçbir zaman politik bir şey de yazmak istemedim, yazmadım da. Şarkıları mendil niyetinde düşünüyorum, kullanılsın ve atılsın. İnsanlar ağlasınlar…

Defne: Ve hayatlarına devam etsinler?

Fatih: Evet, çok kalıcı bir şeymiş gibi düşünmüyorum yani. “İz bırakacağım” falan. Sadece bir şeyler yapmaya çalışıyorum, güzel oluyor. “Aşkı hissettim, çok acı çekiyorum” gibi bir şey söz konusu bile değil. Biraz moda girmekle alakalı aslında, dönemsel bir şey.

Defne: Şeyi soracaktım, aşk da bir mesele. Bundan başka meseleleriniz var mı? Dinleyiciye geçirmeye çalıştığınız başka bir şey var mı, “politika hakkında yazmak istemiyorum” dedin mesela.

Fatih: Öyle biri de değilim.

Defne: Öyle biri de değilsin ama nasıl birisin o zaman? Ne üzerinden yazmak istiyorsunuz?

Fatih: Ben sadece müzik yapıyorum ya. Şöyle, kafamızda sound’u çok kuruyoruz şu aralar. Özellikle Türkiye’de dikkat ettiğim şey şu: sözler tutuyor. İnsanlar sözleri dinliyorlar. Bir müzisyen olarak bana geçmiyor ama. Çünkü sadece söz üzerine oluyor bazı parçalar. Edebi bir metin o abi, müzik evrensel bir şey. Yani, enstrümanlarıyla bir bütün, bir paket. Sen sadece orada sözü güzel diğerlerini vasat bırakıp iyi olamazsın, olmamalısın. Ama oluyor ne yazık ki. Şimdi… hatta geçen Doruk’a söyledim. Bir laf var, “İnsanlar mutsuzken şarkıların sözlerini, mutluyken melodisini dinler.” diye.

Defne: Evet duymuştum bunu.

Fatih: Abi bu çok saçma. Bunu yapabiliyorsan bu muazzam bir yetenek. Ben yapamıyorum çünkü. Yolda yürürken bir şey dinliyorsam bir yere kafayı vurabilirim. Çünkü her şeyi duymaya çalışıyorum. Ne yapmışlar, ne etmişler, davul ne çalmış, şu napıyor, ne söylüyor… ayrıştırmaya çalışıyorum. Ama o adam harbiden müziğe beynini kapatıp sadece sözleri duyabiliyorsa müthiş bir yetenek. Bu ara sound’a yorduk kafayı, biraz yumuşatma niyetindeyim. İlk albümde biraz daha soft şarkılar ama, mesela şey var… “Kollarında”. Çok sert sound’lu bir şarkı.

Defne: Benim favorim bu da.

Fatih: Tam AC/DC konseri gibi.

Defne: Böyle diyince fark ettim, büyük ihtimal o yüzden beğendim.

Fatih: Abi çok sert. Sahnede de çalıyoruz onu. Bir de çaldığın yerlerle de alakası var. Mesela burada gidiyorsun Wall’da çalıyorsun, Dorock XL’de çalıyorsun, olmuyor. Benim kafamda hep şu vardı: barlarda konser vermeyelim, festivallerde çalalım. Büyük konserlerde falan.

Defne: Tam festival albümüydü zaten.

Fatih: O kafadayım zaten, sound olarak da. Çıkıyorsun, böyle bir yerde “Kollarında” çalıyorsun. Tınlamıyor. Seyirciye de geçmiyor, sen de o enerjiyi alamıyorsun. Bir garip oluyor. Ama şunu fark ettim ki birazcık daha sound’u kırarak, daha soft parçalar yakalayabiliriz. Belki bu dönem öyle hissediyorum o da olabilir. Neredeyse hiç distortion yok ikinci albümde. Var, çok az var. Çok minik ama. “Kalabalıktan bir sound yaratma”ya değil de “dört-beş kişi mükemmel çalsın ve o bir şey olsun”a odaklanıyorum şu aralar. O yüzden minimal tutuyorum. “Tinker Bell”de mesela, 80 kanal vokal var. 80-90 kanal.

Defne: Şey dedin ya, “Her şeyi ayrıştırmaya çalışıyorum.” Sizin parçalarınızda o neredeyse imkansız. Ben de her şeyi çıkarmaya ve dinlemeye çalışıyorum, zamanın %90’ında da başarabiliyorum ama sizin şarkılarınızda beceremedim. Hiçbir şeye tam olarak odaklanamıyor insan.

Fatih: Çünkü değişiyor hep. Takip mekanizmasını kırmaya yönelik tüm komposizyon. Takip edeme diye yapıyoruz. Çünkü sen tam takip ediyorsun biri bir yerden ıslık çalıyor, şarkı duruyor, o bir şey yapıyor falan.

Tuana: Ben “Yasaklar”ı kaç kez dinledim, hiç sözlerine dikkat etmedim. En son dinlediğimde sözlerini dinleyebildim.

Fatih: Çünkü şu var: ne müzik sözün üstünde ne de söz müziğin üstünde olmamalı. Çok ince bir çizgi. Beraber yürümeleri lazım. Mesela “Yasaklar” da çok politik gibi gözüken bir şarkı. Bir de tam ilk yasaklar çıktığında klibi çekmiştik, denk gelmişti. Hatta ilk yasaklar çıktığında albümü yayınladık biz di mi?

Ceyhun: Biraz daha sonra galiba.

Fatih: Olabilir. Sevmediğim şarkı yok albümde, ama şu an biraz daha sound’la ilgileniyoruz ve daha değişik şeyler denemeye çalışıyoruz.



Defne: Bu biraz tuhaf bir soru ama çok sorasım geldi: çaldığınız müzik aletlerine bir isim takıyor musunuz? Enstrümanlarına ad takan sanatçılar var çünkü.


Fatih: Var. Genelde yok mudur zaten? Bende iki gitar var.

Defne: Edi’yle Büdü.

Fatih: (Güler) Değil. Bir tanesi 88 yapımı bir Hofner. Alman bir marka. Mesela onun adı direk markası gibi kaldı. Yok çünkü piyasada, çalan da görmedim. 6-7 ay önce bir gitar aldım. Cadillac bir arabaya benziyor. Godin marka bir gitar. Baya adı öyle kaldı arkadaşlar arasında.

Ceyhun: Benim sorunca aklıma geldi. (Davulu göstererek) Eskiden vardı.

Defne: Neydi?

Ceyhun: Bal diyordum ben buna.

Defne: Duman’ın şarkısı olan Bal’dan mı?

Ceyhun: Yok, Duman hiç sevmem. Hayatımda da dinlemişliğim yok. Renginden dolayı. Yaşımdan ötürü koymuşumdur herhalde, şu an bir ismi yok. Canım benim. Bebeğim. (Gülüşmeler) Ne diyeyim?

Doruk: Benimkinin de yok.

Defne: Ayıp ya, koy bence.

Doruk: (Güler) Neden ayıp?

Fatih: Şey bekliyorsun di mi, Natasha falan. (Kahkahalar)

Defne: Edi’yle Büdü gibi bir isim bekliyordum. Susam Sokağı’ndan, mümkünse.

Fatih: Asım Can Gündüz’ün vardı böyle şeyleri. Birinin adı Tatiana’ymış mesela. Eski kız arkadaşlarının isimlerini koyarmış. Güzel ama çok rock n’ roll. (Kahkahalar)



Defne: Nasıldı pandemi? Bu kadar kısa bir soru evet.


Fatih: Rezalet abi.

Defne: Gerçekten mi? Niye ki?

Doruk: Kilo aldık. 30 kilo azdık muhtemelen. Kemiklerimiz gözüküyordu.

Fatih: Kayıda girdiğimiz günün videoları var, çok zayıfız abi.

Defne: Kayıda ne zaman girdiniz?

Ceyhun: İki sene önce miydi?

Defne: Ocak-Şubat gibi herhalde?

Fatih: İki sene oldu mu? Bak pandemi böyle geçmiş. Çok kötüydü yani.

Ceyhun: İki sene önce Mayıs’ta bitmişti. Nisan’dı galiba. Yoo bir dakika, baya bir mix mastering bekledik.

Fatih: Doğru, 15 Şubat’ta yayınladık albümü.

Ceyhun: Biz Mayıs’ta kaydettik, öbür Şubat’ta çıktı.

Fatih: Yok canım.

Ceyhun: Evet evet.

Doruk: Cidden öyle abi.

Fatih: Gerçekten mi? Bunu ben de şu an öğreniyorum.

Ceyhun: Pandemi Mart’ta patladı, Mart-Nisan-Mayıs... Pandemide kaydettik. Stüdyoda mesela, gidiyorduk, 10 kişi de giriliyor kontrol odasına. Fatih’le giriyorduk, biz çıkıyorduk, Doruk’la Fatih girip dinliyorlardı. Herkes maskeli, öyle de bir durum var. Mix’i, mastering’i, edit’i falan da uzadı.

Defne: Çoğu insan sadece film veya dizi izlemişlerdi. Siz öyle bir şey yapmadınız galiba?

Fatih: Boş iş. (Gülüşmeler)

Ceyhun: Yoo. Fatih hiç uyumaz.

Defne: Uykusuzdu o. (Kahkahalar)

Ceyhun: Pardon, çok uyur ama çok sabaha kadar oturur. Doruk…

Doruk: Karışık abi ya.

Ceyhun: Ben mesela nefret ederim uyumaktan. O yüzden yatabildiğim kadar geç yatıp kalkabildiğim kadar erken kalkarım. Gün içerisinde yapabileceğim bir sürü şey oluyor dolayısıyla. Film dizi falan da izlemedim o yüzden. Naptık? Davulcuyum ben normalde, gitar da çalıyorum. Az çok piyano da çalabiliyorum. Pandemide mix mastering öğrendim. Hiç hayatımda olan bir şey değildi, davulcuyum aslında.

Defne: Pandeminin baya getirisi olmuş o zaman?

Ceyhun: Tabii canım. İkinci albümü A’sından Z’sine kendimiz yaptık mesela. Bir ay önce başladık, bu akşam ya da yarın bitiyor. Dizi film herkes izledi doğal olarak da, biz bir şeyler yaptık hep.

Fatih: Bir de şu oluyor mesela, Discord diye bir nimet var. Ordan hep beraber buluşuyorduk. Doruk bize yayın açıyordu, aranje ediyoruz, şarkı yapıyoruz falan. Sonra Ceyhun abi’ye geçiyor, o yapıyor. Sürekli birbirimize bir şeyler paslıyoruz. Görüşmediğimiz zamanlarda da, benim açımdan en azından, sürekli bir üretim vardı. Ben sürekli bir şeyler yazmaya çalışıyordum. Geliyor aklıma bir sürü şey. Şu an aslında Juliet’in çok rahat 12 parçalık 30 albümü var. Biriktiriyorum, cepte durmasının zararı yok.

Ceyhun: O Youtube’da gördüğünüz şeyler vardır, denk gelmişsinizdir. Pandemi videoları yaptılar, herkes evinde çalıyor falan. Pandemi bitti insanlara göre ama bu kaydettiğimiz albümde böyle oldu. İki şarkıyı Doruk mixledi, ikisini ben. Tam bitiriyorum, Fatih’in huyudur, diyor ki “Abi bir saksafon geliyor sana.” Bana mail geliyor hemen sonra. Oraya saksafonu sokuyorum, tam bitireceğim, “Abi şuradaki gitar vardı ya, onun yerine bir şey çaldım” diyor. İnternet ve Discord o açıdan çok büyük bir nimet. Ama şöyle bir sorunum vardı benim: bilgisayarımda bir sorun var. (Kahkahalar) Çok iyi bir bilgisayar ama…

Fatih: Ceyhun abi’yle Discord konuşmamızı anlatıyorum sana. Doruk geliyor, “Birazdan Ceyhun abi gelecek” diyor, tamam diyorum. Ceyhun abi geliyor, “Alo?! Duyuyor musunuz?”. Duyuyoruz abi. Yarım saat gidiyor, yine geliyor. Yayın açıyor, kapıyor ama usanmıyor. Ben olsam bırakırım. Bir şeyi çıkarıyor, takıyor. Oluyor sonunda ama çok uzun sürüyor. (Kahkahalar)

Ceyhun: Discord’da bilgisayarını paylaşıyorsun, bir de programı da paylaşabiliyorsun. Onu paylaştığın zaman bir şey seçiyorlar, Doruk da diyor ki hep “Abi şunu seçmen lazım.” “Oğlum 150’nciye seçiyorum” diyorum. (Kahkahalar) Ama harbiden dijital ortam baya bi kurtardı bizi. Müzisyeniz, sürekli müzik konuşuluyor bir de. Daha güzel bir şey olamaz.

Fatih: Bir de o çalışma psikolojisine girmek gerekiyor. Evde de oluyor, ama evde dağılma ihtimalin çok fazla çünkü yatağın orda. Ama stüdyoda öyle değil. Kayıt saatin belli, yemek saatin belli. Bir şekilde bitiyor. Evde olunca uzayabiliyor iş.

Ceyhun: Tabii, stüdyoda para işliyor. O yüzden pandemide biz dizi-film izlemedik hiç.

Defne: Kitap falan?

Ceyhun: Ben kitap hiç okumam. Daha doğrusu, nasıl desem? Somut kitap okumam. Ipad’den aç bana, okurum ama kağıt kitap okumam.

Tuana: Defne de tam zıttı.

Defne: İlginç geldi. Çok okurum da ben, ama o psikolojiyi anlayamıyorum.

Ceyhun: Benim eşim felsefe öğretmeni. Kitaplar evde derya deniz. İlgimi çok çekiyor, bakıyorum, konusunu da beğeniyorum. Anlatıyor bana arada ama okumuyorum hiç. Öğrenmek istediğim bir şey var atıyorum ve bir kitabın içinde. Ben o kitabı açıp o şeyi okumaktansa parça parça öğrenmeyi daha çok seviyorum. Belgeselini izliyorum, tarihini araştırıyorum falan. Şey sıkıcı geliyor, açayım, o konuyla ilgili beş yüz sayfa okuyayım, ağır geliyor.

Fatih: Evet ben de aynı şekilde. Hazzetmiyorum çok, uzun zamandır da okumuyorum.

Doruk: Bir bilgi merak ediyorum diyelim, kitap okumayı sevmediğim için o bilgiyi daha görsel bir yerden öğrenmeye çalışıyorum.

Ceyhun: (Doruk’u göstererek) Biz müzisyeniz, ikimiz de mix mastering öğrendik. Mix’le ilgili bir kitap aldım, ona da aldırdım. Üç senedir duruyor ikimizde de, ikimiz de daha açmadık. Ve altın yani kitap. Okusak var olan bilgiyi ikiye katlayacağız. Açıp okuyamıyoruz ama.

Doruk: Görsel bence daha iyi.

Ceyhun: Tabii, bence de video daha iyi. En son Harry Potter almışımdır elime.

Defne: Güzeldi ama onlar ya. Zirvede bırakmak lazım.

Ceyhun: Fantastik severim de Harry Potter hiç sevmem.

Defne: Fantastik Canavarlar çıkıyor şimdi.

Ceyhun: İzlerim onları ama, ilginç bir şey var. Teknoloji iyileşiyor ama her şey kötüye gidiyor.

Defne: Star Wars filmleri en basitinden.

Ceyhun: Eskiden o kadar güzel filmler izledim ki ben, yaşlı olduğum için. Şimdiki filmler beni tatmin etmiyor. X-Men manyağıyım mesela, tatmin etmiyor. Bir de hep söylerim, ilk zamanlarda oynayan adamlarla şimdikiler karşılaştırılamaz. Batman’i çektiler ya? O kadar güzel adamlar oynadı ki Batman’i. Şimdi gittiler o sümsüğü oynattılar, neydi ismi?

Defne: Robert Pattinson. (Kahkahalar)

Ceyhun: Bir kere onun hakkı bile değil.

Defne: İzlemeye korkuyorum ya beğenmezsem diye. Batman evreninin benim için bitmesini istemiyorum.

Ceyhun: Spiderman Tobey Maguire’da kaldı bende.

Doruk: Tobey bence de.

Fatih: Tom Holland hiç değil bu arada.

Ceyhun: Müzikle ilgili de aynı şey. Eskiden çok geniş bir yelpaze vardı, şimdi çok daha küçük. Eskiden metal de vardı, rock da vardı. Şimdi metal dinleyen yok gibi bir şey.

Defne: Metal yok zaten. Trap çok var. (Fatih ve Doruk’a) Siz ne izlediniz?

Fatih: Ne o, film dizi mi?

Defne: “Soru neydi?”

Fatih: Yakın zamanda hiçbir şey izlemedim. İş fokusluyum. Başak burcuyum ben.

Defne: Burçlara inanıyorsun o zaman?

Fatih: İnanıyorum. İnanmıyordum ama tüm başak burçları aşağı yukarı aynı. Onu görüp tecrübe ettim. Bu aralar hiçbir şey izlemedim, yoğundu zaten. Albüm yaptık, şimdi bir tane daha yapacağız. Albümü yaparken sadece onu değil, sonraki üç taneyi de planladık. Vakit kalmıyor yani bir şey yapmaya. Artık 12 çıkarmayız diye düşünüyorum. 4 tane çıkaracağız, sonra belki 7 tane gibi. Ama asla yakın zamanda 12 olmaz.

Defne: Açıkçası 12 şarkı beni çok tatmin etmişti. Tuana ilk bana getirdiği zaman bizi çok tatmin etmişti.

Fatih: Herkes single yapıyor, bir şarkı çıkartıyor.

Defne: Single risksiz çünkü. Dedin ya, 12 şarkı olunca kalıyor diye. 4 şarkı o açıdan daha mantıklı, single daha da mantıklı. Çünkü insanlar o şarkıyı döngüde dinliyor böylece.

Fatih: Bütün reklamı da onun üzerinden yapabiliyorsun.

Ceyhun: Onu diyecektim. Sizin için konuşmuyorum ama diğer insanlar bir yerde duyduklarında “Aa ne güzel müzik” diyorlar. Bunun arkasında o kadar büyük bir iş var ki. Sözleşmeler, kayıt süreçleri, borçlar, paralar… aslında onların hepsini düşünerek dinlenmesi gerekiyor. Şöyle de bir şey var, siz Juliet’i dinliyorsanız Fatih iyi söz yazdığı için, ben iyi davul çaldığım için, iyi aranje ettiğimiz için değil. Biz beraber oturup bir şey yapıyoruz ve bu ortaya çıkıyor. Buradaki müziği dinleten şey aslında bir enerji. “Fatih Erköse” diye albüm yapardı Fatih, biz de arkasında çalardık. O grup olmak istedi beraber bir şeyler yaptığımız için.



Defne: Ne tüketiyorsunuz müzikal açıdan?


Doruk: Ben… çok karışık ya.

Fatih: Dua Lipa var biliyor musun? (Kahkahalar)

Defne: Var burda bir espri.

Ceyhun: Şöyle, biz Doruk’la üç senedir tanışıyoruz. Çok fazla dinlerim müzik ama çok alakasız ve saçma şeyleri de dinlerim, kim ne yapıyor diye. Doruk da bir gün bana şey dedi, “Abi ne kadar farklı şeyler dinliyorsun, hiç böyle tanıdığım yoktu.” Aradan bir hafta geçti, “Abi bir kız var duydun mu?” dedi. “Kim?” dedim, “Dua Lipa” dedi. Bakkal bile tanıyor Dua Lipa’yı. (Kahkahalar)

Doruk: Senelerdir tanıdığım davulcularda hep şey vardı, metal davulcusu sadece metal dinliyor. Ama Ceyhun abi metal de dinliyor, rock da dinliyor, caz da dinliyor. O yüzden çok garip gelmişti.

Ceyhun: Dua Lipa artık… bizden oldu kız artık.

Doruk: Dirty Loops çok dinliyorum. Daha enstrümantel. Onun dışında Angèle dinliyorum. Ceyhun abi sağolsun.

Ceyhun: Nasıl okunuyor o?

Defne & Tuana: Anjel.

Ceyhun: Angele demeyeyim de. (Güler)

Doruk: Genelde enstrümantel dinliyorum şu aralar. Plini var.

Fatih: Felaketler gerçekten.

Doruk: Man I Trust dinliyorum. Hep sizden öğrendiklerimi dinliyorum aslında. The Marias var, o da baya iyi.

Fatih: Çok basit bir müzik, çok da sinir bozucu bir sakinlik ama tutuyor. Yakalıyor seni bir yerden, bu ara çok beğeniyorum. Stephen Day diye bir herife sardım şu aralar, çok da ünlü değil kendi halinde takılıyor. Müthiş bir adam. Klasik olarak da Queen fanatiği bir adamım. Türkçe hiçbir şey dinlemiyoruz bu ekip olarak, var mı dinleyen? Gizli gizli dinliyor musunuz Haluk Levent falan?

Ceyhun: Manuş Baba’yı da dinliyorum mesela. Takip ediyorum, ne yapıyorlar bilmek zorundayım çünkü. Onlar benim rakibim aslında.

Fatih: O baya bize piyasa araştırıyor.

Ceyhun: Justin Bieber’ın konserine de gittim mesela. Bunu söylediğimde çok linç yiyorum. “Senin ne işin var o adamın konserinde, odanda posteri de vardır şimdi.” falan diyorlar. Hayatım boyunca duyamayacağım sound’ları orada gördüm. Ben böyle şeyleri de dinlediğim için çok linç yedim. Ayağımda Korn yazıyor, bambaşka bir şey dinliyorum. Britney Spears’ın da vardır sevdiğim şarkısı. Müzisyen olduğumuz için aranjesine de bakıyoruz.

Fatih: Adamın ayağında Korn yazıyor, bizle gelip “Yabancı” çalıyor. (Gülüşmeler)

Ceyhun: Ben genel olarak her şeyi dinlerim ama son zamanlarda Angèle dinliyorum. Balthazar’a çok sardım şu aralar, muhteşem. Bir de Twenty One Pilots’a çok sarmıştım. Ilk albümü hayatım boyunca yapmak istediğim albümlerden biri olabilir, inanılmaz severim. Değişiyor ama.

Fatih: İlk albümden sonra yolda şey dedi bana, “Oğlum, şu an ölsem umrumda olmaz. Yaptım istediğimi. Bitti, bırakabilirim.”

Ceyhun: Ben duygusal bir insanım, balık burcuyum. Dışardan öyle görünmem ama.

Defne: Sen de burçlara inanıyorsun. (Doruk’a) Sen inanıyor musun?

Doruk: İnanıyorum.

Defne: Burcun ne?

Doruk: Ben de balık burcuyum.

Ceyhun: Ben mecbur inanıyorum, eşim felsefeci ve doğum haritası falan bakıyor. Çok anım var böyle. “Bilgisayar alma” dedi, Macbook aldım. “Şu an alma” dedi, aldım üç gün sonra bozuldu. Her söylediği tuttuğu için mecbur inanıyorum artık.

Tuana: Retrodur o, Merkür retrosu.

Defne: Sen bilirsin tabii. Tuana çok inanıyor da.

Ceyhun: Bence inanılması gereken bir şey ya. Yüzde yüz tutar mı bilmiyorum ama, 10 tanenin 9’u tuttu bende.

Defne: Ben inanamıyorum, bilmiyorum neden.

Fatih: Belki burçlar sana itici geliyordur. İnsanların birbirlerine yürüme yoludur ya, ondandır belki.

Tuana: Genelleme olduğu için de olabilir.

Fatih: Aslında baktığında hiç alakası yok.

Defne: Evet ama şöyle de bir şey var: ben tarot bakan bir insanım ama burçlara asla inanmıyorum.

Ceyhun: Sen cehennemliksin. (Kahkahalar) Neyse işte, albüm çıktı. Hayatımda yaptığım en önemli şey, Instagram hesabımda da paylaşıyorum böyle projelerimi. Koymam lazım, ama ne yazacağımı bilemediğim için koyamadım. Boş bir şey yazmak istemedim. Iki ay koymadım. En son bir şey yazdım, Fatih aradı beni, “Abi sen nasıl böyle bir şey hissettin” diye. Şey yazmıştım, “Seni dünyaya bıraktığım için çok mutluyum”. Benim görevlerim vardı, birkaç tane var, bir tanesini tamamladım. O albümü yapmadan ölseydim, Interstellar’ı izlediyseniz bilirsiniz, hani öleceğini biliyor teyze ve yatıyor ya? Orada kendimi düşünüyorum, bu albümü yapmadığımı düşündüğümde yanımdaki kimse çok üzerdim sözlerimle.



Defne: En çok neyi dert ediyorsunuz günlük hayatta? En çok neye takılıyorsunuz? (Burada bir sessizlik oldu) Sorularım çok ilginç di mi?


Ceyhun: Sorduğun şey o kadar değişik ki. 33 yaşındayım, benim dertlerim bambaşka.

Defne: E daha da iyi! 33, 26 ama 28 hissediyor, 22. Öyle bir klasman var ki karşımda, üçünüz de farklı şeyler söyleyebilirsiniz. Ya da üçünüz de aynı şeyi söylersiniz ve daha da ilginçleşir iş.

Ceyhun: Benim en büyük sıkıntım şu anda zamanımın yetmemesiyle alakalı. En başta söylediklerimle çok zıt olacak, hiç uyumuyorum, günde neredeyse 20 saat ayaktayım. Ama hiçbir şeye yetişemiyorum. Hep bir şeyler yapmam gerekiyor, kira da düşünüyorum doğal olarak. Amacımız zaten o, keşke yaptığımız müziği daha fazla insan dinlese, biz de yaptığımızın karşılığını alsak ve daha fazlasını yapsak.

Defne: Araya gireceğim ama, Tuana’yla da bunu konuştuk ve bu konuyla ilgili. Ben hala nasıl patlamadığınızı anlayamıyorum.

Ceyhun: Ben de aynısını söyledim Fatih’e siz gelmeden önce.

Defne: Anlayamıyorum, çünkü tam Türkiye’deki dinleyici kitlesinin aradığı sound. Sözler de etkileyici, dediğiniz gibi sözlere de insanlar bakıyor.

Ceyhun: İşte maalesef. O bütçesel bir şey aslında.

Fatih: Hem bütçesel hem dönemsel bir şey.

Defne: Bir de reklam gerekiyor.

Fatih: O çok önemli zaten. Tam pandemide bir albüm yayınladık, o da etkiledi bence.

Defne: Ama tam tersi daha fazla dinlenmiş olması gerekmez miydi teoride?

Fatih: İşte orası reklam kısmı. Reklam eksikliği kısmı. Normalde müzisyen adam sahneden para kazanır, sahneden insan kazanır.

Defne: Ve konser yoktu.

Fatih: Ve konser yok. Albümü çıkaralı iki sene oluyor, iki konser çalabildik. En azından seyircili prova yaptık, baktık doldu. Biri taştı falan. Ama işte hayaller öyle değildi. Bir festivalde çalalım falan.

Defne: Biraz karıştırdım işleri, çok araya girdim pardon. Soruya geri dönüyorum: en çok neye takılıyorsunuz?

Doruk: Maddi kaygı bence dönemsel herkeste oluyor. Zaten dolar kurundan dolayı saçmasapan fiyatlar var.

Ceyhun: Bir de bizim her şeyimiz dolar üzerinden olduğu için.

Doruk: Evet, mesela bir gitar almak istiyorsun, bir pedal, bir davul almak istiyorsun ama hepsi dolar üzerinden. Alamıyorsun bir şey.

Ceyhun: Güzel bir örneği var bunun. Wall’da çaldık. (Fatih kahkaha atıyor burada) Bir arkadaşım var, bende de baget çantası var. 4 liraya alıyordum bagetleri başladığımda, şu an 250 lira tanesi.

Fatih: Bitti konser, aşağı iniyoruz. Bir kız grubu var, konsere çok gelmek istemişlerdi. Hatta bir tanesi yazıyor bana, ben cevap veriyorum falan. Tatlı, bıdık bir kız. 15 falanlar. Bir şeyler soruyorlar, ben cevap veriyorum. Onlar konsere girmek istediler, ama almadılar yaşları tutmadığı için. Ve o gün konsere gelebilmek için ikisi aşı oluyor, biri PCR testi yaptırıyor falan. Sokmuyorlar. Ben de “Onları almıyorsanız problem yaşarız, çalmayalım abi” dedim. Aslında oradaki tüm amaç onlara çalmaktı çünkü. Bir şekilde girdiler. Konser bitti, kız geldi. Ben de jest olsun diye penamı verdim kıza. Sevindi, sarıldık fotoğraf çekildik. Yanımda bir arkadaşım da şey diye bağırıyor, “Ceyhun abi, bageti versene!”. Ceyhun abi kafasını çeviriyor. Baktım ona, bir de çok kalabalık. Gerisini sen anlat.

Ceyhun: Ben 2005’ten beri çalıyorum, eskiden bagetlerimiz azıcık oyulurdu, atardık. Şimdi dal gibi kalıyor, devam ediyorsun. O gün atıyorum üç baget götürmüşsem stüdyoda da üç bagetim var. oraya derse, çalışmaya falan geliyorum. Altuğ, o arkadaş yani, bir şeyler diyor. Anlamadım, aldım çantayı indim aşağı. “Abi versene bageti” dedi. “Oğlum yeni aldım bunları, stüdyoya gel, eski baget var. Onları vereyim sana.”dedim. İnanılmaz zor.

Defne: Evet bizim baterist de şikayetçi.

Ceyhun: Sırf baget de değil, deri eskiyor, zil eskiyor, kırılıyor. Bizim için hayal. Fatih’le birbirimizi çok eskiden beri tanıdığımız için biliyoruz ne aldık ettik. Doruk’la iki yıldır tanışıyoruz, yaşı da ufak, o yüzden bilmiyorum. Ama eskiden böyle değildi. Para birktirirdin, giderdin alırdın.

Fatih: Baya kumbarada biriktirirdin, gider alırdın.

Ceyhun: Telleri birbirimize hediye verirdik.

Doruk: Bas teli 800-900 lira ve benim ellerim aşırı terlediği için iki hafta falan gidiyor. Ayda 1500-1600 lira tele vermem gerekiyor. Ben artık veremiyordum bir dönem. Şöyle bir şey var, basçılarda çok fazla. (Fatih koptu) Tencereyi suyla kaynatıyorsun, içine telleri koyuyorsun. Tel kaynatıyorsun.

Fatih: Makarna yapar gibi.

Doruk: Aynen, makarna haşlar gibi. %30 bir kondisyon kazandırıyor.

Fatih: Bir gün telefonda konuşuyoruz, bir şey kaynıyor arkada. “Napıyorsun, yemek mi hazırlıyorsun” falan dedim. “Abi tel kaynatıyorum” dedi. “Nasıl yani” falan dedim gösterdi. Ilk defa görmüştüm ben de.

Doruk: Hiçbir ülkede yok. Büyük ihtimal Türklere özel bir icat bu.

Defne: Zaten kimden çıkabilir ki? Kim o kadar parasız? (Kahkahalar)

Doruk: Aynen öyle.

Ceyhun: Benim bir abim vardı, güzel bir lafı vardır. Hani biri patlar ya, herkes başlar hemen “Ulan hemen patladı, biniyor Ferrari’lere”. Adamın ne yaptığını kimse umursamıyor. O abim de şey derdi, “Geldiğin yere gelene kadar yolda neler yaşadığını kimse bilmez.”. Müzik yapıyoruz, Wall’a gidiyoruz, benim dövmelerim var, artist artist çalıyoruz ama ben orada bir gün önce şeyi düşünüyorum, ‘Keşke bir 50 liram daha olsa da baget alabilsem.’. Bu kadar dramatik değil belki ama, bizden daha kötü durumda olanlar da var.

Fatih: Bitiyor mesela konser, iniyorsun sahneden. Adam geliyor, “Harika soloydu, ne hissettin çalarken? Çok karamsar görünüyordun.”falan diyor. Halbuki alakası yok, ben telefon faturasını düşünyorum. Buna rağmen o duyguyu koruman gerekiyor bir şekilde. Işin bu kısmını bir tarafa bırakıp müziği yapman gerekşyor. Dedin ya, “Aşk anlatıyorsun” diye. Aşkı bir şekilde anlatıyor olman gerekiyor. 300 lira verecek olsan da bir faturaya, o gün orada aşkı anlatman gerekiyor. O biraz problemli.



Defne: Son sorum: Size kişisel bir soru sormak istiyorum, ama röportajın da haddini aşmasını istemiyorum. Rica etsem hepiniz kendinize bir soru sorup cevaplar mısınız? En derin sırlarınızı öğrenelim.


Fatih: En derin? (Güler) Senin aklında bir şey varsa sor, cevaplayalım.

Defne: “Beni Ara Sıra Sev” kime yazıldı? Hadi bakalım.

Fatih: O albümdeki tüm şarkılar tek bir kişiye yazıldı. Ben beslenmeyi seven bir insanım. Bir şey belirliyorum kafamda, ve eğer ondan beslenip şarkıya dökmezsem o beni öldürür. Benim o şekilde atmam lazım onu. Atmazsam hasta olurum, kanser eder beni. Ilk albüm tamamen tek bir kişiye yazıldı. Şimdi ikinci albüm var, hala ilk albümün yazıldığı kişiye yazılan şarkılar var, başka insanlara yazılan şarkılar var. Şöyle düşnüyorum: müzikteki ben tamamıyla soyutlanmış bir insan. Uzaktan bakıp anlatıyorum. Sana anlatıyorum, sen benim için üzülüyorsan ne güzel.

Ceyhun: Üçüncü albüme de birini bulacağız artık. O 500 şarkı kime peki?

Fatih: Biriktirdim işte.

Ceyhun: Sen o kızla olmasaydın yoktu grup.

Fatih: Kesinlikle yoktu.

Defne: Juliet fikrini veren kız mı o kız?

Fatih: Yok hayır değil. Artık şu an sound bazında bir şeyler yapmak istiyorum. Ilk albüm Queen ve Beatles’ı çok andırıyor mesela. Vokaller hep dinamik, hep kalabalık. Bu açıdan Türkiye’de olmayan bir şey.

Defne: Soru-cevap şeklinde vokal de çoktu.

Fatih: Evet ama Türkiye’de yok.

Defne: Değişik bir şekilde yok ama istenen o. Dinleyiciye hitap eden de o.

Fatih: Ama yapmıyorlar çünkü tehlikeli bir şey.

Tuana: Karışık bir şey.

Fatih: Aynen, karışık bir şey. Bir gitarist ne kadar çalışıyorsa çalmaya, o vokal için de o kadar çalışmak gerekiyor. Mesela çok kalabalık vokal var ilk albümde. Tüm o vokaller aslında iki kişi. Biz okuduk Kemal’le. Hatta “Yabancı” ve “Tinker Bell”de şey dedi, “Abi ben çok kötüyüm, gidiyorum eve.” “Tinker Bell” 80 kanal. Tek kaldım içerde. En son bitti, Alper abi şey diyor, “Bir daha veriyorum.”. “Ver abi!” falan diyorum. Herkes cama yapışmıştı, felaketti. 90 kanal proje yaptık, çöktü birden. Herkes bembeyaz oldu. Geldi sonra.

Ceyhun: Backup aldı, o projenin de adı: “Kurtardık, Sıcak Bastı”.

Defne: Baya zorluymuş.

Tuana: “Yanlış Yer”in gitar solosunu kim yazdı?

Fatih: Yazılmadı o.

Tuana: Doğaçlama mı oldu?

Fatih: Öyle bir şey vardı kafamızda. Ilk Yağız çalıyor, sonra ben çalıyoru. Melodi kısmında şöyle oldu, bir melodi vardı kafamda. Şimdi çalıştığımız şirken, People Make Music’in ilk yaptığı iş Adamlar. Adamlar’ı çıkartıyorlar. Beraber kayıt yaparken aklımda bir melodi vardı. Bunu çalarken Burak abi geldi, “Bu Adamlar’ın şarkısına benziyor” dedi. Bir şarkılar varmış öyle, açtık dinledik. Benzemiyor aslında ama andırıyor. Nasıl yapsak diye konuşurken o köprü çıktı 15 saniyede. Solo lazım şimdi. Bunu çaldık, sonra Yağız’a “Abi bi şey çal” dedim. Çaldı, ben de çaldım. Bir de şöyle güzel bir tarafı oldu onun: kaydı yaparken hiç ekipmanımız yoktu, sadece stüdyoda amfiler vardı. Yavuz Çetin’in pedallarını verdiler bize. Bir de akustik gitarını, “İstanbul’a Ait”te, “Oyuncak Dünya”da çalınan akustik gitarla “Mutsuz Çocuklar Ülkesi”nde çalınan akustik gitar aynı gitar. Çok güzeldi. Belli bir solo yoktu. Yağız’ın çaldıklarında belli sololar vardı aslında, kendi yazdığı. “Yasaklar”ın solosu mesela.

Ceyhun: “Yasaklar”ın solosunu ben yazdırdım Yağız’a. “Çalar mısın böyle” dedim, çaldı, “İstediğim gibi oldu, kalsın böyle”dedim. Kaldı öyle. “Yanlış Yer”de de o solonun geçişinde davulu başka bir şey çalıyordum, onu da Doruk değiştirdi mesela. En başta anlattığım şey aslında, bizim o diyaloğumuz, anlaşmamız. Ben yıllardır farklı insanlarla, gruplarla çalışıyorum, kimsenin bu kadar konfor alanına başkalarını soktuğunu görmedim. Doruk bana böyle bir şey dediğinde başka biri “Davulcuyum ben, sen benim işime ne karışıyorsun” diyebiliyor. Şimdiki albümde de bir davulu ben hiç duymadım, Fatih çaldı. Alper vokal değiştirtti. Bizdeki güzellik oradan çıkıyor bence. Juliet’in olayı Fatih Erköse Band değil yani. Herkes bir şey söylüyor.

Fatih: Birbirimize karışmayı çok seviyoruz. Çok keyifli oluyor ve daha güzel bir iş çıkıyor ortaya. Çok garip şeyler de oluyor, hep değerlendirmek lazım. Bir şey söylüyor, yapıyorsun ve daha güzel bir şey çıkıyor. O yüzden hep değerlendiriyoruz birbirimize söylediklerimizi.

Ceyhun: En önemlisi de bu istediklerini karşındakilerin yapabiliyor olması lazım. İkisiyle bu yüzden çok rahatım. Kendimi hep daha müzisyen görürürüm, davulcu demem. Çok severim fikir vermeyi. Fatih’e “Şöyle bir şey çal” diyorum, çalıyor, “Tamam abi çalma daha” diyorum. Silivri’de oldu bu, Yağız aldı gitarı çaldı. O daha metalci bir tip, bizim müziğimiz de öyle değil, o da ona gidiyor ister istemez. Fatih’e bi baktım, direk anladı ne demek istediğimi. “Şöyle bir şey…”dedim, “Dur dur çalacağım ben” dedi, çaldı ve öyle kaldı. Ben soloyu çalsaydım onu çalardım. Çok da eskiden tanışıyoruz bir de, hiçbir şey anlatmıyorum Fatih’e.



0 yorum

Son Yazılar

Hepsini Gör
bottom of page