top of page
  • Yazarın fotoğrafıYağmur Tüten ✪

OPETH- BLACKWATER PARK / Albüm İncelemesi

20. yıl dönümünü geçtiğimiz sene Mart ayında dolduran, bir döneme damga vuran bir albümden bahsedeceğim. Herhangi bir Tüm Zamanların En İyi Progresif Metal Albümleri, veya 2000’lerin En İyi Metal Albümleri listesini açtığınızda karşınıza mutlaka çıkacak bir albüm. Karşınızda Opeth- Blackwater Park...

İlk önce gruptan biraz bahsedelim. Opeth, 1989 yılında İsveç'te kurulmuş progresif metal grubudur. Aslında kuruluşunun ilk zamanlarında death metal hatta black metal melodileri çok yoğunken, bugün bizim de inceleyeceğimiz Blackwater Park ve Deliverance albümlerinden sonra daha çok progresif metal üstünde durmuşlardır. Bana göre, aslında genel olarak albümleri işleyişlerine baktığımız zaman bir şarkıda sanki bir türle kendilerini sınırlandırmayıp, her ezgiye yer verdiklerini düşünüyorum. Birazdan ne demek istediğimi daha iyi anlayacaksınız. Şimdi albüme geçecek olursak;

 

Bana göre Opeth'in markalaştığı ve artık adını tüm dünyaya duyurduğu albüm net bu albümdür. Evet her albümde olduğu gibi bu albümü de beğenmeyen tabii ki de onlarca, hatta milyonlarca insan vardır. Ama bu albüm sayesinde elde ettikleri başarıyı hafife almamak lazım.

İlk olarak albümün içeriğinden bahsetmeden önce size kadroyu tanıtmak istiyorum:


İlk olarak tabii ki de Mikael Åkerfeldt – Vokal, Gitar, Akustik gitar

Peter Lindgren – Gitar

Martin Mendez – Bas

Martin Lopez – Davul

Steven Wilson (Konuk): Piyano, Vokal, Gitar, Mellotron

Prodüktör koltuğunda ise bir efsane olan Fredrik Nordström ve yine Steven Wilson; kapak da Travis Smith…


Adamlar şampiyonlar ligi gibi bir kadro ile karşımıza gelince e tabi bana da kalkın 1 dakikalık saygı duruşuna demekten başka bir şey kalmıyor resmen.


Albümde bizi ilk karşılayan, 10 dakikalık bir şaheser; The Lepper Affinity.

Şarkının başında yer alan tüyler ürpertici Steven Wilson piyanosu yavaşça yükselerek Mikael’in gitar solosu ile birleştiği zaman birden zaten bütün şarkının, hatta albümün içine çekiliyorsunuz.

Bu albümde de olduğu gibi, grubun marka haline getirdiği akustik geçişleri çokça yaptıkları, (bana göre bunu en iyi yapan gruplardan biridir Opeth) progresif rock ile death metali birbiri ile harmanlayarak arada mükemmel bir uyum ve dengeyle devam ederken şarkıyı sanki başından beri klasik müzikmiş gibi hissetmemizi sağlayan Steven Wilson'ın mükemmel dokunuşları ile bitiriyorlar.

Bana göre bu şarkı hala grubun yaptığı en iyi şarkılar arasında. Zaten şarkı biter bitmez "Demin ben ne dinledim lan?" diye küçük bir şoka giriyorsunuz.



Bazı albümler var ki bir kere dinleseniz bile kafanızda oluşmuş bir tema, aklınızda kalmış belli çizgileri vardır. Şunu söylemem gerek, bu albümü bir kere dinleyip içinden aslaaa çıkamazsınız. Çünkü resmen her şarkıda bizi ayrı bir yerden vurmaya çalışan Opeth, bizi sıkmadan enstrümantal bir keşmekeşin içine tutup çekiyor, sanki dönüp dönüp bir daha dinlemeniz, temayı anlamanız için biraz uğraşmanızı istiyor.


Albüme adını veren bu şarkı zaten kelimelerin bittiği, sadece şarkıyı açıp sizi alıp götürmesine izin vermeniz gereken şarkılar arasında.

Albümde daha bunun gibi nice mükemmel şarkılar var ama tabi ki de burada hepsini yazacak olsam ohooo... kim bilir kaç karaktere çıkar düşünemiyorum bile.


Eğer siz de albüme göz atmak isterseniz;



0 yorum

Son Yazılar

Hepsini Gör
bottom of page